Küçük şeylerle mutlu olmayı öğrettiler bize. Ne her gördüğümüzü isterdik,
ne de her istediğimiz olurdu.
Ama öyle bunalımlara girip çıkmazdık.
Ertesi gün unuturduk.
Bir giydiğini bir daha giymemek,
önüne konan yemeği beğenmemek ne haddimize.Bunları sorgulayacak kadar zengin değildik. Hani bir kıyafetin miras gibi büyükten küçük kardeşe kaldığı o günlerden bahsediyorum.
Sökülenin atılmayıp dikildiği,
yıprananların yamalarla saklandığı günler.
İşte bu yüzden her anne iyi bir terzi
ve her baba da yenilerini alamadığı için biraz buruk olurdu. Ama modayı yine de yakından takip ederdik biz.
Mesela; ipten kemerlerimiz, çoraplardan eldivenlerimiz vardı.
Her bahar papatya toplamak ve çimlerde yuvarlanmak gibi sıradan eğlenceler de edinmiştik kendimize.
Üstelik pantolonumuzda beliren çimen lekesi için annemizden yiyeceğimiz azara bile hiç aldırış etmeden. Ama yine de iyi çocuklardık biz. Ağlayan küçüğümüzü susturmasını da, pazardan gelen büyüklerimizin yüklerini taşımasını da,
beraber gülüp, beraber ağlamasını da iyi bilirdik. İstediğimiz bir şeyin olması için sabretmeyi de o yokluk günlerinde öğrendik. İşte bu yüzden ekmek ve emek bizin için nimettendir. Kaybetmemek için sıkı sarılırız, ekmeğimize de sevdiklerimize de.....