"Benim sırlarım çok karanlık, o kadar karanlık ki onlardan kurtulmaya çalışırken içlerinde ki karanlıkta kayboluyorum. Hayaller kurdum hep, parlak hayaller... Onları kullandım kurtulmak için, kaçmak için. Ama sırlarım sandığımdan daha karanlık, daha siyahtı. Onlar parlak hayallerimide söndürdü, karanlıklarında boğdular. Çıkamıyorum, kaçamıyorum, kurtulamıyorum sırlarımla dolu o karanlık kuyudan. Bir ayağım içinde kalıyor hep, çekip alamıyorum onu, gücüm yetmiyor onuda çıkarmaya. Nasıl kurtulurum bilmiyorum... Nasıl kurtulucağımı geç, kurtulabilecekmiyim onu bile bilmiyorum. Yapamıyorum, dayanamıyorum, güçlü kalmaya çalıştım hep. Bir ayağım karanlık kuyuda kalsada bütün bedenimi bırakmadım oraya. Ama bak, o kuyunun içindeyim, tüm bedenim ve ruhum. En derinlerdeyim, karanlık benide karanlığa dönüştürüyor. Yapamıyorum. Artık bir ayağım hariç geri kalanımı koruyacak gücüm bile kalmadı. Enerji kaynağım kalmadı. Umudum, tek bir ışığım kalmadı. Birinin ben yok olmadan önce, elimi tutup beni oradan çıkarmasını beklemek dışında hiçbir şey yapamıyorum. Buna bile umudum kalmadı. O kişi ben yok olmadan önce gelir mi düşüncesinden daha ağır basan düşüncem, o kişinin varlığı... Yapmam gerek, kalkmam gerek. Buradan kurtulup buna bir son vermem gerek. Ama enerjim yokken... gücüm yokken... kendime inancımdan bile emin değilken... nasıl yapacaktım bunu. Korkmaya başlıyorum. Karanlık korkutucu gelmeye başlamıştı. 'Yapamayacaksın, kurtulamayacaksın'. Hayır... Kulaklarımı kapatmak istiyordum, onu bile yapamıyordum. Ellerim nasıl hareket edeceklerini unutmuştu. Gökyüzü... Çok özledim. Güneşi sevmezdim; kışları az, yazlarıda çok ısıtır dünyayı diye. Onu bile özlemiştim... Eksikliğinde ben yok oluyordum. Konuşmayı başardığım her vakit tek bir sözüm oluyordu; n'olur çıkarın beni, ölmek istemiyorum..."