Ortamın havası beni resmen ezmeye, ruhumun içindeki burhanı çekip çıkarmaya başlamıştı. Az önce duyduklarımı idrak edememekle beraber kafamın içinde oturmayan parçalar yüzünden düğünde değil de cenazede gibiydim. Her şey üst üste geliyor ve beni oyunun dışına itiyordu, oysaki ben başrol olduğum bu oyundan hiçbir zaman kurtulamayacaktım. Bunum bilincinde olmak da en sağlam yerimden yaralıyordu beni, zihnimden.
O an, dev bir gölge üstüme düşmüş gibi hissettim. Ortamda ağır ağır çalan müzik beni diyar diyar sürüklüyordu sanki. Üstüme düşen gölgeyle beraber arkamı dönmeyi, ona bakmayı düşündüm çünkü onu kokusundan bile tanıyordum. Fakat arkamı dönemedim zira o, masanın etrafında dönerek hemen yanımda bitti. Soluklarımı düzeltmeye çalıştım, hâlâ evde yaşadığımız durumu unutamamakla beraber utanıyordum.
Başımı usulca onun olduğu tarafa doğru çevirdiğimde, gördüğüm manzara öncekilerden farklıydı. Üstündeki ceketi ve gömleğindeki kravatını çıkarmış, gömleğinin ilk dört düğmesini açmıştı. Üstüne serselik binmiş gibi gözüküyordu ve bu görüntüye tebessüm etmemek için kendimi zorlasam da beceremedim, dudaklarım iki yana kıvrıldı.
O da benden farksızdı ama daha belirgin ve istekle tebessüm ediyordu, her ne kadar tebessümü küçük olsa da. Sonra beklemediğim bir şey yaptı ve önümde sırtını eğerek yavaşça eğildi, boylarımızı eşitledi. Aniden nefesimi tuttuğumda kalakalmıştım, bu kadar etkilenmem normal değildi.
Tek elini usulca bana uzattığında önce eline, sonra tekrardan kara boncuk gözlerine baktım. "Değerli Hanımefendi," dediğinde de kalbim duracak sandım. "Bu dansı bana lütfeder misiniz?"
(iki part, devamı aşağıda)