Bir köşede duran vazo var.
İçi boş değil, sadece yeni bir şey beklemiyor artık.
Bir zamanlar içinde çiçekler vardı;
parlak, canlı, gösterişli.
Sonra solmaya başladılar.
Önce renkleri gitti, sonra kokuları.
Ve sonunda, kimse onları fark etmedi bile.
Vazo sadece tuttu, her zamanki gibi.
Hiç sormadı, hiç direnmedi.
Tutan her şey bir gün susar.
Zaman geçtikçe su çekilir.
Vazo çatlamaya başlar,
ama kırılmaz çünkü kimse fark etmez.
Kırılmak için bile bir tanığın gerekir. Ve kimse artık bakmaz. Vazo yerinde durur, çünkü yerinde kalmak, insanın öğrendiği tek istikrardır.
Çiçekler hep erken gider. Kendilerini güzel sanırlar,
ama kökleri yoktur. Topraktan koparıldıkları anda ölmeye başlarlar, ama gülümsemeye devam ederler.
Sonra biri gelir,
solmuş çiçekleri atar,
vazoyu yıkar, yenilerini koyar.
Döngü yeniden başlar.
Hiç kimse, bir öncekinin suyla boğulduğunu bilmez. Herkes sadece taze olanı sever.
Çünkü güzellik unutmanın bahanesidir. Ama vazo bilir. O hep hatırlar. Her çiçeğin ağırlığını,
her gülümsemenin kokusunu,
her sessiz çürümenin izini.