Her ne olursa olsun, hangi şehir, hangi hayal olursa olsun, Firuze hiçbir şekilde kendini, bir yakınını kaybetmiş gibi Ankara’nın eksi bilmem kaç soğuğunda, üzerinde askılı bir elbiseyle dışarıya vurmamalı. Firuze’ye bu gerçeği hissettiremez ve onun sadece sırtını sıvazlarsanız, duygusal davranırsanız, bunun sandığı kadar ağır ve ölümü isteyecek kadar büyük bir şey olmadığını belirtmezseniz Firuze kafasında daha da büyütür. Zaten sağlıklı bir hali yok. Ecevit’in “Ne fark eder Firuze?” Sözleri umursamayışından değil, ben gidebilirim, ne sebepten olursa olsun çıkıp gitmem gerekebilir ama sen kendine bunu nasıl yapabilirsin? Kendine gel, nasıl bu halde sokaklara vurursun kendini, dürtmesiydi. Firuze’yi dürtüyordu. Biz Firuze’de okuyoruz ama bazı yerleri Firuze’ye hak vermek için değil, Firuze şu an iyi değil farkındalığıyla okumamız lazım. Ecevit’in İstanbul’a gitmesi gerekti. Bu Firuze için kahredici bir durum ama atölyesinde, sıcak bir alanda üzülerek atlatacağı şekilde bir olay olmalı. Kendini hipotermi geçireceği bir duruma itmemeli. Firuze’nin canından daha önemli değil. Bu Firuze için öyle değil ama Ecevit için tam olarak öyle. Ecevit bir başka yere gitse, gelemese, gitmek zorunda kalsa, her şey sarpa sarsa ne olacak?