brescas

öfkeye, kine düşmeden
          	vuracağım kasap gibi,
          	musa ve kaya misali
          	fışkıracağım gözünden,
          	
          	su versin diye sahra'ma,
          	acıların özsuyunu.
          	benim arzum umut oldu
          	senin tuzlu gözyaşında
          	
          	yelken açacak bir gemi,
          	ve tatlı hıçkırman bir de
          	sarhoş edecek kalbimde
          	gümleyerek davul gibi!
          	
          	çatlak ses değil miyim ben
          	o tanrısal senfonide,
          	doymak bilmez ironi'yle
          	beni saran ve kemiren?
          	
          	odur sesimde yaygara!
          	odur kanım, kara zehir!
          	tekinsiz aynayım, görür
          	cadoloz kendini orda!
          	
          	hem bıçağım hem de yara!
          	hem yanağım hem de tokat!
          	hem kurbanım hem de cellat!
          	ezen ve ezilen çarkta!
          	
          	kalbimin vampiriyim ben,
          	-büyük yalnızlardan biri,
          	sonsuz gülmeye hükümlü
          	artık gülümseyemeyen!

brescas

öfkeye, kine düşmeden
          vuracağım kasap gibi,
          musa ve kaya misali
          fışkıracağım gözünden,
          
          su versin diye sahra'ma,
          acıların özsuyunu.
          benim arzum umut oldu
          senin tuzlu gözyaşında
          
          yelken açacak bir gemi,
          ve tatlı hıçkırman bir de
          sarhoş edecek kalbimde
          gümleyerek davul gibi!
          
          çatlak ses değil miyim ben
          o tanrısal senfonide,
          doymak bilmez ironi'yle
          beni saran ve kemiren?
          
          odur sesimde yaygara!
          odur kanım, kara zehir!
          tekinsiz aynayım, görür
          cadoloz kendini orda!
          
          hem bıçağım hem de yara!
          hem yanağım hem de tokat!
          hem kurbanım hem de cellat!
          ezen ve ezilen çarkta!
          
          kalbimin vampiriyim ben,
          -büyük yalnızlardan biri,
          sonsuz gülmeye hükümlü
          artık gülümseyemeyen!

brescas

hiçbir şeyin önemi yok
          bir yatakta debelenmekten başka
          ucuz hayaller ve bir birayla
          yapraklar ölürken ve atlar ölürken
          ve ev sahipleri koridorlarda dikmiş gözlerini bakarken;
          canlıdır müziği, çekilmiş perdelerin,
          sinek sürüleri
          ve patlamalar sonsuzunda
          son insanın mağarası;
          hiçbir şeyin önemi yok sızdıran lavabodan başka,
          boş şişeden, keyiften,
          kıstırılmış, bıçaklanmış ve traş edilmiş gençlikten başka,
          kendisine sözcükler öğretilip,
          ölsün diye
          arkası yastıkla desteklenmiş
          gençlikten başka.

brescas

bazıları hiç delirmez
          ben, bazen koltuğun arkasında
          3-4 gün boyunca yattığım olur
          orada bulurlar beni
          melaikeymiş derler
          sonra gırtlağımdan aşağı
          şarap döküp
          göğsümü ovarlar
          yağ serperler üzerime
          sonra kükreyerek kalkarım
          atıp tutar, köpürürüm
          onlara ve evrene küfreder
          bahçeye kadar kovalarım
          sonra kendimi çok iyi hisseder
          tost ve yumurtanın başına otururum
          bir şarkı mırıldanıp
          aniden
          pembe besili bir balina gibi
          sevimli olurum
          bazıları hiç delirmez
          ne korkunç hayat sürüyorlardır
          tanrı bilir

brescas

ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
          nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan
          belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
          biraz nietzsche biraz kant kafan karışmış belki
          parliamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı
          pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı
          kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi
          iyi kitaplar okudum bir boka yaramadı
          
          ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
          durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
          sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
          işin yoksa çiçek al, saç tara, parfüm sık
          küsmesi, barışması, ayılması, bayılması
          hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
          meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı
          güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi
          bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
          hepsi ağzıma sıçtı

brescas

aysel git başımdan ben sana göre değilim
          ölümüm birden olacak seziyorum
          hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
          aysel git başımdan istemiyorum
          benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
          dağıtır gecelerim sarışınlığını
          uykularımı uyusan nasıl korkarsın
          hiçbir dakikamı yaşayamazsın
          aysel git başımdan ben sana göre değilim
          benim için kirletme aydınlığını
          hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
          
          ıslığımı denesen hemen düşürürsün
          gözlerim hızlandırır tenhalığını
          yanlış şehirlere götürür trenlerim
          ya ölmek ustalığını kazanırsın
          ya korku biriktirmek yetisini
          acılarım iyice bol gelir sana
          sevincim bir türlü tutmaz sevincini
          aysel git başımdan ben sana göre değilim ümitsizliğimi olsun anlasana
          hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim 
          
          sevindiğim anda sen üzülürsün
          sonbahar uğultusu duymamışsın ki
          içinden bir gemi kalkıp gitmemiş
          uzak yalnızlık limanlarına
          aykırı bir yolcuyum dünya geniş 
          büyük bir kulak çınlıyor içimdeki
          çetrefil yolculuğum kesinleşmiş
          sakın başka bir şey getirme aklına
          aysel git başımdan ben sana göre değilim ölümüm birden olacak seziyorum 
          hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
          aysel git başımdan seni seviyorum

brescas

bu manyetik alanda boğulmam senin yüzünden
          bu zincirleri sen vurdun ellerime
          sen getirdin bunca karanlıkları
          al şunu mum yak
          korkuyorum
          bir taş aldım attım denize
          günahlarımdan kurtuldum
          alfabenin yirmisekizinci harfindeyim
          öteye gidemem
          itme beni
          
          benim de bir insan tarafım vardı
          bakma böyle kötü olduğuma
          benim de dileklerim vardı
          benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan
          yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi
          her gün bir kadın ağlar benim yüzümde
          büyük dertler için benim ellerim
          anlamıyor musun
          sen sevildiğin için güzelsin bu kadar
          ben sevilmediğimden böyle çirkinim
          
          bütün kötü yerlerde ben korkarım
          biliyorum
          bir hayvan leşiyim öleli kırk gün olmuş
          fabrika bacalarında bir kara dumanım
          zehirim akrep kuyruklarında
          kötüyüm sevemediğin kadar
          öyle fenayım
          kapanmış bıçak yaralarında
          bu pis çöp tenekelerinde unut beni
          unut artık
          bayat bir ekmek gibi
          çürümüş bir elma gibi

brescas

hani o iki kişilik dünyalar bizimdi
            hani sen iyiydin
            hâlden anlardın
            hani sen git demeyecektin bana
            ve ben her şeye rağmen gelecektim
            içimde bir umut
            ellerimde olgun meyveler
            dünya nimetleri
            gözlerimde yanıp yanıp sönen bir pırıltı
            ama ne sen gel dedin
            ne de ben gelebildim her şeye rağmen
            aşkımız ayrılıklarla başladı
            
            deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik
            öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu
            karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri
            deniz fenerinin ışığında yıkanırdık
            köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman
            ne yana baksak denizdi, maviydi, ışıktı
            sonra bir çaresizlikti zifir
            akıntıya kapılmış gemiler gibiydik
            
            bir org çalınır gibi yanı başımızda
            öyle kendinden geçmiş, öyle başıboş
            öyle derin duygular içindeydik, anlatılmaz
            sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi
            aldığını geri vermez dalgalara
            görmediğimiz ülkeler gördük gün doğusunda
            tatmadığımız yemişlerden tattık; günahkar olduk
            alevden bir tasta eridi günler
            bir cehennem ateşiydi aşk içimizde
            hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorduk
            
            tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez
            paslı demir kapılar kapandı üstümüze
            taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz
            çaresizliğimizi bize aynalar söyledi, inanmadık
            kuşatıldık ansızın kederle, ayrılıkla
            aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı
            yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza
            uyuduk bir daha uyanamadık
            
            şimdi bir kutup var sana çeker beni
            bir kutup var senden öteye
            ben onun için böyle ortalıklarda kaldım
            dağ yollarında, caddelerde, sokaklarda
            onun için bulup bulup yitirdim seni
            hangi kapıyı çaldıysam sen açtın bana
            hangi gözümü yumduysam seni gördüm
            zamandın, zamandan öte bir şeydin
            yıllarca bir meşale gibi yandın uzaklarda
Reply