Herkesin dilinde dolaşan, ama malûm fitne sebebiyle bir miktar zedelenen “Türk-Kürt kardeşliği”ni ihya edip kurtarmanın ve güçlendirmenin en sağlam formüllerinden biri, Üstadın Van’daki Kürt talebesiyle diyaloğundan çıkan mesajla önümüze konuyor.
Aslında onun başından beri Kürtlere ısrarlı tavsiyesi, Türklerle birlikte olmak.
Meselâ, 2. Meşrûtiyet döneminde Kürt hamallara hitap ederken, “Altı yüz seneden beri bayrak-ı tevhidi umum âleme karşı ilân eden; ve istibdada şiddet-i itaat (baskıya boyun eğmeleri) ve terk-i âdât-ı milliye (millî âdetlerini terk etmeleri) ile ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim.
Ona bedel, onların akıl ve marifetinden istifade edeceğiz” dedikten sonra şu ilginç tesbiti yapıyor:
“Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz (hepimiz) bir iyi insan oluruz. Hodserâne (ayrı baş çekip serkeşlik) yapmayacağız. Bu azmimizle başka unsurlara (diğer etnik gruplara) ders-i ibret vereceğiz...”
Ve “İyi evlât böyle olur.” deyip devam ediyor: “Hem de istibdat zamanında bir batman itaat etmişsek, şimdi bin batman itaat ve ittihad farzdır. Zira şimdi sırf menfaati göreceğiz. Çünkü hükümet-i meşrûta (meşrûtiyet hükümeti), hakikî hükümet-i meşrûadır (meşrû hükümettir).” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 186.)
Türklerle, Kürtler arasındaki irtibatı peder-evlât ilişkisiyle bir tutarak konuyu bir aile sıcaklığı ortamına taşıyan ve böylece ayrılıkçı duyguları besleyen komplekslere gerek olmadığını ima eden Said Nursî’nin, “Türkleri, istibdada aşırı itaat edip millî âdetlerini terk etmeleri ihtiyarlattı” tesbitini dile getirdikten sonra, onların düştüğü bu zaaftan istifade edip ayrı bayrak açmak yerine, “Kuvvet ve cesaretimizi onlara hediye edelim” tavsiyesinde bulunması ayrıca dikkat çekici.
Yapılması gereken, Türklere karşı kuvvet kullanmak değil, o kuvveti Türklerin hizmetine verip onlara yardımcı olmak.
Ve Türklerin de onları