Sen varlığıma ihanet ederken, ben yokluğunun çocuksu nemli gözlerinden öptüm... Benden sonra.. kaç bedene gittin, bende kimi aradın bilmiyorum. Tek bildiğim bir beni sevmeyişin, bir de aç ruhunu hiç bir bedenle doyuramayışın.
Küçük bir çocuk edasıyla sevilmeyişinin yaralarını korkarak öptüm, ruhundaki yaraları, çizik dolu kollarını narince sardım, sevgiyle aklayıp pakladım.. yetmedi bu yaptıklarım. İstediğin bu değilken, daha doğrusu istediğin ben değil iken ne yetebilirdi ki sana? Kaç kişinin dolu dolu sevgisi doyurabilirdi sevgisizliğini? Kaç kalbe daha habersiz hükmünü savuracak, kaç bedene daha bir kimseyi unutmak için tereddütsüzce, vahşice saldıracaktın? Kaç beden unutturacaktı onu? Beni demiyorum, onu unutmak için kullandığın bedenlerden biriydim, biliyorum.. İnci tanelerimin olduğu kavanozu kırmaktan hiç çekinmemiştin. Göz yaşlarım vücudunun arsız arzusunu ıslatmaya, susuz kalmış sevgi topraklarını sulamaya hatta biraz olsun nemlendirmeye bile yetmemişti. Yanaklarımın al al oluşu, utanışım.. yetmemişti dudaklarını kiraz kırmızısı yapmaya, öpüşlerim ben gibi hissettirmemişti sana biliyorum. Bilmekten hep kaçıyordum. Sevgisizliği en uç noktada senden tattım, sende uçuruma attım kendimi. Kayalıklara yalın ayak sen götürdün beni, ittirmedin belki lakin orada öldüğümü bir sen görecek, bir sen bekleyecektin. O gün, orada.. çığlıklarımı duyan sendin.
Ne kuşlardı bana ihanet eden, ne denizin ılık dalgaları, ne de ağaçlar.. Onlar bile çığlıklarıma eşlik etti.. Ağaçlar sallanıp, kuşlar avazı çıktığı kadar bağırıp, deniz dalgalarını sakinleştirerek tuttular yasımı. Sen ise.. sen, geçmişten kalan başka bir vücuda bütün bedenini, benliğini, ruhunu, şerefini sararak hikayeyi sonlandırdın.