Çöktü çökecek duran, senelerin küfünü taşıyan tahtalar burnuna eziyet ediyordu mayhoş kokusuyla. Zira ev demeye bin şahit lazım, çatı dahi çürümüş gitmişti. Antika demeye dil varmasa dahi antikaların antikası olan olan tahta evin toprak zemininde, genç kızın dizlerindeydi başı kadının. Dudakları ile yeterince ezdiği yetmemiş gibi bir de parmakları ile ezdi izmariti, daha sonra ise diğerlerine yaptığı gibi umursamazca attı bir yere. Yüzünde bütün bu olanlardan sonra dehşet verici bir gülümseme vardı, ancak sakindi bedeni. Genç kızın aylardır her gözü takıldığında içini eriten bir gülümsemeydi bu. İçtiği zehirin ciğerlerini bitirmesine dakikalar kalmışken yarın yeniden uyanacakmış gibi tasasız bir şekilde izliyordu mehtabı. Bütün o pusa rağmen istikrarla yüzüne düşen ay ışığı son mutluluğu yaşatıyordu kadına, günün sonunda burada bu pozisyonda zamanı durdursa mutluluğu daim olurdu fikrince. Genç olanın ise neden orada olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu o an. Ancak dank etti diğerinin dudaklarından süzülen kanlarla. Elinin tersiyle dökülen kanı temizledi kadın, parmaklarını genç kızın saçlarına atıp teşekkür edercesine okşadı usulca. Bu hareket ikisi arasında en özel olan hareketlerden biriydi, ikisi dışındaki birine basit bir hareket gibi görünse de onlar için her şeydi. İki büklüm hâle geldiğinde göz bebeklerinde ay parlıyordu.
"Ben burada başladım," dudaklarından dışarı dökülmek için fırsat kollayan kanı yutkunarak geri yollarken, dudaklarına yerleştirdiği ondan başkasına göstermeyeceği içten gülümsemesiyle bitirdi cümlesini son nefesiyle. "Burada bitiyorum."