Biraz ölüyüm ben, çok değil. Kalbim tamamen durmuş da atılan tekmeler ile atmaya zorlanıyor gibi, tamamen ölmeme bile izin verilmemiş gibi... Aslında zihnim biraz buğulu, o izni istedim mi onu bile hatırlamıyorum. Keşke zihnim biraz daha buğulansa, biraz daha, biraz daha... Bir süre hiçliğe karışsam. Biri bütün sislerimi dağıtmaya gönüllü olana kadar yüz yıllık bir hiçliğe karışsam. Oysa ben sislerime bile kapanamıyorum. Bir lanet var üzerimde, araf. Ne sislerim dağılıyor, ne de hiçliğe karışacak kadar sisim oluyor. Sadece boğuluyorum, o artmayan azalmayan sisler de arafın hediyesi olduklarını söyleyerek boğuyor beni.
Biraz boğuluyorum, biraz ölüyorum, nefesim sadece biraz kesiliyor, kalbim sadece biraz durmuş ama tamamen yere yığılmışım. Pek çok kişi ile aynı yerdeyim ama anlayamıyorlar, bu dumanlar nereden geliyor? Anlasalar da yardım edip edemeyeceklerini anlayamazlar. Yardım edeceklerini anlasalar da yardım edemezler. Çünkü bu arafın bir iş birlikçisi var. Yardıma gelenleri engelliyor, çığlıkları o kadar güçlü ki o pek çok insan kaçıyor. Yine önümde bir yüz yıl daha var. Peki ben bu arafın bitmesini beklerken sen ne yapıyorsun? Üzgünüm, çığlıklardan dolayı pek konuşamadık. Bütün hata senin ama ben üzgünüm. Çünkü bütün hata benimmiş. Herkes öyle söylerken bütün hatanın benim olduğunu bilmekten başka şansım yok. Zihnim buğulu diyorum, sisler azaldıkça ekleyen sen misin yoksa bir başkası mı göremiyorum. Ya da ben her şeyi baştan mı kaçırdım... Sen mi bir başkasısın da sisleri o mu dağıtıyor. Üzgünüm, hepsi benim hatam. Kelimeler ve cümleler yine birbirine girmiş, oysa zihnim sadece biraz buğulu. Tamamen değil.