Ne zaman uslanır insan?
Ne zaman utanır?
Ne zamana dek kırılır ki kristal kalbi?
Elleriyle iyileştirdiği gül mü, budadı da yeşerdi mi?
Kalp neydi? Neye benzerdi? Kayan bir yıldız parçası mıydı veyahut sönmeye yüz tutmuş sokak lambası mı?
Canı yanan bir kalbin muhtemel en hoş yanı hala atmasıydı. Ne muazzam bir detay. Pekala bununla yetinmek bir insanoğluna yaraşır mı. Küstah insanoğlu!
Bardağın boş tarafına daima anımsatır dökülen damlaları.
Ah..ne gülünç kendi yarasını soyması insanın. Üstelik yaşıyorken kanatmak neyeydi? Ya da bildiği tüm şey bu muydu. Belki de kalp attığını hissetmek istiyordu. Hissetmek istiyordu. Ne hüzünlü ne büyük fiyasko. Tüm edebi ölüler, şimdi nefret ettiler sarfettikleri kelimelerden, şarkılardan.
Yaşama sevinci uğruna hep kanattılar oluğuna yakın yeşil mücevheri, müsemma gösterdiler.
Biz garipler gibi zamanında saplanan okları kendimize hedef almayı miras zannettik. Yaşasın Soyumuz. Kurusun Soyumuz.