ölmedin. delirmedin. felaketler yoktur, başka yerdedirler. ufacık bir belâ seni kurtarmaya yeterdi belki de: her şeyini kaybederdin, savunacak bir şeyin olurdu, ikna etmek için, duygulandırmak için söyleyecek sözcüklerin olurdu. ama sen hasta bile değilsin. ne gündüzlerin ne de gecelerin tehlikede, gözlerin görüyor, ellerin titremiyor, nabzın düzenli, kalbin çarpıyor. eğer çirkin olsaydın, belki çirkinliğin göz alıcı olurdu, oysa çirkin bile değilsin, ne kambursun, ne kekeme, ne çolak, ne de kötürüm, topal bile değilsin. artık sığınağın kalmadı. korkuyorsun; yağmurun, saatlerin, araba selinin, yaşamın, insanların, dünyanın, her şeyin durmasını bekliyorsun; her şeyin yıkılmasını bekliyorsun; surların, kulelerin, döşemelerle tavanların; erkeklerin, kadınların, yaşlıların, çocukların, köpeklerin, atların, kuşların felce, vebaya, saraya yakalanıp bir bir yere yıkılmasını, mermerin ufalanmasını, ahşabın toz haline gelmesini, evlerin sessizce yerle bir olmasını, tufanı andıran yağmurların yağlı boya resimleri eritmesini, yüzyıllık dolapları geçme yerlerinden ayırmasını, kumaşları lime lime etmesini, gazetelerin mürekkebini akıtmasını, için için yanan bir ateşin merdivenlerin basamaklarını kemirmesini, sokakların tam ortadan yarılarak labirenti andıran fırın gibi açık lağımları ortaya çıkararak çökmesini, pasın ve sisin şehri kaplamasını bekliyorsun. yağmurlar geliyor. evden hiç çıkmıyorsun, odandansa nadiren. gün boyunca yüksek sesle okuyorsun, metindeki satırları parmağınla izleyerek, tıpkı çocuklar gibi, yaşlılar gibi okuyorsun, ta ki sözcükler anlamlarını yitirene dek, en basit cümle çarpık, anlaşılmaz olana dek.*