"Tanrı mı insanı yarattı, insan mı Tanrıyı yarattı?" diye sorar Michelangelo. Devamında ise "Yaratıcı kıvılcım gücüne sahip olan Tanrı değil insan, yani Adem" der. Yani Michelangelo'ya göre insan Tanrıyı kendi zihninde yaratıyor, insanların bir Tanrıya ihtiyaç duymasının sebebi de nereden geldiğini bilememek oluyor, bu nedenle insan zihninde Tanrıyı düşündüren, yeryüzüne düşen Adem'in olmasıdır. Adem'i kim yarattı, Adem nereden geldi sorusu ise insan zihninde bir Tanrı oluşturuyor. Ve "Tanrı zamansızdır", " Tanrı her şeyi bilir", "Tanrı her şey hakkında bir bilgiye sahip degildir, kötülükleri engelleyemez." gibi sorular çıkıyor. Bu nedenle parçalara ayrılmış dinler oluşuyor ve dinlerin içindeki topluluklar kendi Tanrılarının gerçek olduğunu, Tanrının insandan ne istediğini, onun kurallarını, kendine ait olan topluluklara dayatıyor. Her din o topluluk için kutsal sayılıyor. Kendi inandıkları Tanrının gerçek olduğunu savunuyor. Fakat kendi Tanrısına bu kadar bağlı olmasının sebebi de ironik bir şekilde Onun hakkında hiçbir şey bilmediği, ölene kadar da bilemeyeceğidir. Bazı dinler mutlak olarak Tanrıyı kitaplar, peygamberler ile kanıtlıyor fakat bu kanıtlar tüm insanlığa yeterli gelmemekle beraber yeni sorular yaratıyor. Aslında insan içten içe mutlak bir din olmadığını, her dinin insan yoluyla olduğuna inandığı hatalar buluyor. Bu kusurların cevabını bulsa bile insana yeterli gelmiyor fakat sorgulamak istemiyor. İçten içe isyana başlasa bile dinin getirdiği katı kurallardan dolayı kendini bastırıyor. Bir zamandan sonra ahlaksızlık yapmaması için din yeterli gelmiyor. Tabi buna bağlı olarak birisi dinden uzaklaşırken birisi daha da dinine bağlı oluyor. İki tarafta özgür iradesini kullanarak din hakkında bilgiler ediniyor. Bu noktada özgür irade var mıdır, kısıtlı mıdır sorusu akla geliyor. Özgürce düşünebilir miyiz, her şeyi özgürce düşünebiliyorsak neden Tanrıyı özgürce düşünemiyoruz gibi sorular ortaya çıkıyor ve Tanrı daha da bilinmez oluyor.