PİNHAN 17. BÖLÜM ALINTI 2
“Kurt, hepimiz sevdik sevdalandık. Utanma!” diyerek alayla sırıttığında Kurt, üzerine doğru yürüdüğünde koşar adım kaçar gibi çıktı, Kuleli kapısından.
Ardından geleceğini bildiği adamdan kısa sürede olsa paçayı kurtarmıştı.
Bir ağaç köşesinde, cebine tıkıştırdığı kavrulmuş fıstıkları gelen arkadaşlarını beklerken yemeye başladı. Osmaniyelinin bir vatana bir de fıstığa olağan düşkünlüğü başka olur, der dururdu arkadaşlarına. Şehitler Diyarı, denirdi memleketine. Her sene şehidine kan ağlayan vatan yanında, memleketinde her sene acısına kan kusan analar görerek büyümüştü, Göktürk. Yanı başında abisi gibi gördüğü adamın bedenini bir arada toplayamadan kapılarına kadar geldiğinde, anlamıştı. Her biri ne kadar acı bir ölüm olduğunu seslice dillendirmişlerdi. Elini tutacağın bir bütün… Saçını okşayacağın bir beden. Olmadı ve bir bomba pimi daha çekilmişti o gün. Yürekleri yangına yerine dönen ana, babaydı. Yanan, yakılan gözlerine kurşun sıkılan. Görseydi asker adam, saç teli acırdı abisi gibi gördüğü adamın. Borcu vardı, ödevlerini yardım eden abiye. Kısırlarından mahrum bırakmayan acılı anaya. Bisikletini tamir eden, babaya. Elinden tutup, ona nasihat veren ablaya. O vatanı hep borçlu omuzlarla sırtlanacaktı. Günü gelene kadar. Göktürk Kınık, bir gün yüreklere ateşe düşürecekti.
“Ne diye çıktık şimdi,” diyerek söylenen Kağan’a karşı Göktürk, yüz ekşiterek fıstık yemeye devam ediyordu. “Bir hafta sonumuz var, onda da bit gibi tepeden ayrılmıyorsunuz,” dediğinde Göktürk fıstığı onlara doğru uzattığında hayır demeden almışlardı birer parça.
“Beleşe fıstık yiyorsun lan, daha ne!” diyerek ters ters baktı, Göktürk.
Kağan, anlamadığı için gözlerini kıstı. “Bedavaya,” dedi, Kurt. “Birde vatan dersin, öğren oğlum her yöreyi.” Diyerek yalandan yadırgar gibi yaptı. Göktürk, gülümsediğinde Kağan’da tebessüm etti.
“Vatan’ın silinmez parçalarıdır bunlar,” dedi Göktürk devam ederek. Kağan, İstanbul beyefendisiydi. Görünüşü, gülüş, telaffuzu…