Bir insanın en yorgun olduğu an, aslında kimsesiz olduğunu hatırladığı andır. Çevresi insanlarla doludur; gürültü, sohbet, kahkaha… Ama o kadar uzaktır onlara, o kadar kendi içinde yalnızdır ki, kimse onun içindeki yangınları, fırtınaları göremez. Sadece bağırmak ister; ama sesi çoğu zaman kendi içinde kaybolur.
Sevilmeyi merak eder… Sevmeyi de. Her anlamda… Nasıl bir histir bunlar, bilmek ister. Başarmak… Ne demektir, hiç bilemez. Hayatı boyunca hep bir adım geriden bakmıştır başkalarının başarılarına, mutluluklarına.
Bazen düşünür: “Hayatım tam tersi olsaydı, her şey daha mı kolay olurdu?” İsyan etmek bile bir lüks gibi gelir ona; çünkü kendi dünyasında haykıracak kimse yoktur.
Ve böylece yalnızlık, en gerçek, en dokunulmaz arkadaşı olur.