Bir gün her şeyin geçeceğini söylemek mi bir yalandı yoksa hiç bir şeyin geçmeyeceğini bildiğin halde geçecek diyerek kendini bu şekilde avutmak mı bir yalandı. Sahi cidden bir gün her şey geçecek miydi? Hayır, geçmeyecekti sadece seninle birlikte yok olacaktı. O acılar, üzüntüler, çaresizlikler, hayal kırıkları, anlık heyecanlar ve mutluluklar hepsi geçmeyecekti, bir gün senin bedenin toprakla buluşunca işte onlar da seninle birlikte o toprağın altında yavaş yavaş yok olacaktı. Kulağıma gelen alarm sesi ile düşüncelerimden sıyrılmıştım. Sabah olmuştu, kalem olan elimle uzanıp çalan alarmı kapatıp, oturduğum sandalyede birazcık daha hareket ettim. Dün geceden beri bu sandalyedeydim tutulmuştu her yerim ama umrumda bile değildi şahsen. Kaçıncı bardak olduğunu bilmediğim kahvemden bir yudum daha alıp uykusuz gözlerle devam ettim önümdeki çizime, tüm gece boyunca uğraşıyordum işte onunla, bazen durup düşünüyor bazen müziğe odaklanıp çizimi bırakıyor, bazende beni kendine bağlayan bu çizime bakıp içimdeki her şeye ağlayan, fazla hassas ve kırılgan olan o küçük masum çocuğu onunla baş başa bırakıyordum. İkisi de birbirine bakıp ağlıyordu. Anlıyorlardı çünkü birbirlerini, ikisi de yaralıydı ikisinin de geçmeyecek acıları vardı. Ve ikisi de kimseye tek kelime dahi edemiyordu. Bu döngü ne zamana kadar sürdü bilmiyordum. En sonunda bedenimde kendini belli etmeye başlayan uykusuzluk ve yorgunlukla son kez daha baktım içimde bir şeyleri parçalayan o çizime.