hep yanlışsın.
bunu sana söylediğimde, hep doğru olanın ben olduğumu söylüyorum zannedecek ve yine yanlış olacaksın. yüzüne gülümseyecek ve susacağım, hep, hep yineden.
hep yanlışsın. hep susuyorum.
bu hep doğruyum demek değil. bu, hep konuşuyorsun demek de değil; kaldı ki son zamanlarda cevap bile vermeye razı değil gönlün, diyeceklerini dedikten sonra çekip gidiyor ve bir daha da umursamıyorsun.
eve geldiğinde bundan haberim dahi olmuyor, kapıyı bir hayalet gibi açıp arkadan kapattıktan sonra aynı hayaletlikte üzerini değiştirmeye gidiyorsun ve ben öylece salonda kitap okuyor oluyorum. merhaba demeye tenezzül etmiyorsun. hoşçakal demeye de.
hoşçakal demeni merhabalarına tercih etmeye başladığımdan olsa gerek, bunu pek umursayamıyorum. evde olduğun her an boğucu, evde olmadığın her an her geçen gün biraz daha normalleşiyor.
bir sesleniş uzağımda olmamana alıştım sanırım. salona girince seni görmemeye, mutfaktaki fıstık poşetinin asla azalmamasına, ütü masasındaki pantolonlarının haftalarca orada kalması kimse dokunmadan. akşamları içmediğimiz çay. açmadığımız televizyon. konuşmadığımız her şey, çünkü sen dinlemeyi sevmezsin lüzumsuz şeyleri.
okulun ilk gün fotoğraflarını ne zaman çekmeyi bırakacaksın merak ediyorum. beni sevmeyi ne zaman bıraktın merak ediyorum. sana bir kedi alırsam doğum gününde, onu yine benden daha mı çok seversin merak ediyorum.
iki sorunun cevabı sende. sonuncusunun evet olduğunu zaten biliyorum. sonuncusunun evet olduğunu zaten biliyorsun.
sonuncusunun evet olduğunu zaten söyledin, ne kadar yorgun olduğumu anlatmaya çalışırken bir akşam. bazı şeyleri merak etmesem de oluyor.
hep yanlışsın, beni artık sevemediğin gerçeğini bildiğin zamanlar dışında. ve ben hep gülümsüyorum eve geldiğini anladığında, hayatını biraz daha çekilir yaşa.