"O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?
Sahile vurdu kalbim, su yandı, kum da yandı.
Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum, ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.
kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.
bülbülün küllerine konan puhum da yandı.
böylesi bir yangını görmedi Nemrut bile.
kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı.
âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım,
kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.
bir damla su ver bana ey çöl!
bari sen küsme.
kalmadı hiçbir şeyim bak, günahım da yandı. yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.
ilk defa böylesine tutuştu gökkuşağı.
renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı...
sonra aramıza şehirler girecek, hiç karşılaşmayacağız. tesadüfler bile bir araya getiremeyecek. sonra belki birimiz öleceğiz, diğerimiz hiç bilmeyecek.
desem ki sen benim için,
hava kadar lazım, ekmek kadar mübarek, su gibi aziz bir şeysin;
nimettensin, nimettensin!
inan bana sevgilim inan, evimde şenliksin, bahçemde bahar;
ve soframda en eski şarap...
"insan, yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara görünmez ince tellerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlar, her birinin gönlümüzden kopup ayrılması, bir ayrı sızı uyandırırmış..."
sen benim eş ruhumsun
unutmuş olsan hissederdim
unutmuş olsan yanımda durmazdı her sabah hayalin
seni görmek için geri geldim
sen gideli çok olmuş
nereye gidersen git
çantanda bir resmim aklında gülüşüm olsun
ben seni gerçekten sevdim
bitmez demiştim bitmedi