“dizlerini kendine çek. göreceksin, yeterince küçülünce her şey geçecek." kendi çaresizliğime acıyorum. kendi çaresizliğimi kendim yaratıp, üstüne de bu cümleleri tekrar ediyorum. bir ninni gibi. hırpalanmış sokak kedilerinden farkım kalmadığı şimdilerde, o sokakların köşelerinde ağlıyorum. gözyaşlarım görünmeyen su kanallarından sonsuz denizlere dökülüyor. aynı anda; bir dünyanın diğer ucunda veya farklı dünyalarda veya küçük bir evin yan yana odalarında -hepsi de aynı nasıl olsa!- babam, boyu kadar yüksek bir cam parçasına yumruk atıyor. cam parçaları tuz buz olup ayaklarımı kesiyor. babamın kanları, benim gözyaşlarımla aynı sonsuzluğa akıyor. "dizlerini kendine çek. göreceksin, yeterince küçülünce her şey geçecek." bak, nasıl bakıyor sana. yorganın altına saklandığın zaman, kendi yarattığın karanlığında görülmek istediğin gibi aynı. yastığındaki saflık gibi kokup, bir ağıt gibi duyuluyor. rüyaların gibi tadıyor hatta. hatırlıyor musun, bir evin olsun istemiştin bir keresinde. kapı olmayacaktı içinde. böylece vurulamayacaktı hiçbir zaman. gürültüler saramayacaktı bedenini. korkuların bodrum katta kitlenecekti ve sen çatıda yaşıyor olacaktın. her gece yıldızlara sarılıp uyuyacaktın. "dizlerini kendine çek. göreceksin, yeterince küçülünce her şey geçecek." bir gün; beklemiş, beklemiş ve beklemiştin. koca bir çınarın altında, soğuktan küçülene kadar inat etmiştin. şimdi her gözü görüp her sesi duyuyorsun. memnun musun? yalancı gülümsemelerinin ardına kurduğun yabancı şehirlerden. herkese bir kibrit kadar yakın olup gerçekte kilometre taşlarını sayarken. bir - üç - beş - yedi - dokuz. bir peri masalı gibi. her şeyin sonunda hepimiz yok oluyoruz.