Daha kötü düşüncelere dalmayı reddederek derin ve muhtemelen kirli bir nefes aldı yavaşça. Ve kullanılmamaktan eskimiş yosun kokan kirli iplerden birine geçirdi elini. İpin sertleşmiş ince uçları avucunda feci bir yanma hissi uyandırsa da o buna aldırmadı. Ne de olsa bu yolda ne kadar güçlük çekerse o kadar tatmin olmuş hissedecekti kendini. Ne kadar acı, o kadar mutluluk demekti.
Sallanan bu ince köprünün çıkış noktasında onu tam olarak neyin beklediğini etrafa yayılan gri sisten dolayı göremiyordu, buna rağmen ilerlemekte kararlıydı. Bir adım daha attı gözlerini köprüden ayırmadan. Ayakları tahtaya değer değmez birkaç çıtırtı sesi ve ayağının altında kaymalar hissetti. Doğal olarak elleri daha sıkı tuttu yeşile dönen güçsüz ipleri. Bu yolda sendeleyip düşebilir, zaten kendi isteğiyle bitireceği bu hayata daha erken ve daha zavallı bir biçimde veda edebilirdi. Böyle sıradan bir ölüm istemiyordu açıkçası. Çünkü o, yaratılmış yaratıkların en kötüsü, en gereksizi, en faydasızı ve en çirkini idi. Böyle birine köprüden düşerek ölmek yakışmazdı. O; kendinin bu elzem ayrılışını tüm kainatın, yer ve gökyüzünün, uzay ile boşluğunun, hayvanlar ve bakteriler alêminin, dahası evrendeki türdeş olduğu tüm insanların çığlıklar ve haykırışlar ile kutlamasını istiyordu.