Tanrım, hayat bazen çok zor olabiliyor. Dayanamıyorum sanıyorsun, devam edemem diyorsun. Bazen öyle şeyler yaşıyorsun ki bundan sonra yaşayamam sanıyorsun. Yaşıyorsun. Bir şekilde, adına ne denirse densin, devam ediyor her şey. Hiçbir şey senin için durup beklemiyor. Daha hızlı akıyor sanki hayat, daha acımasız, daha sert. Değil, biliyorsun ama sana öyle geliyor. En kötüsü de nasıl devam edeceğini bilememek. Hayatın upuzun bir yol sanki, arada bir duraksıyorsun, bazen çakılıyorsun, kalkmayacağım diyorsun, yol istediği kadar devam etsin. Ama yok, yapamazsın ki, zorundasın. O yolun nereye gittiğini bulmak zorundasın. Kaçamaklar yok, kısa bir yol yok. Aslında var. Ama öyle bir kısa yol ki önünü doğrudan uçuruma çıkarıyor. Deniyorsun belki, başardığın an kaybedeceğin bir yol bu ama. Merak ediyorsun bazen, özellikle de böyle durumlarda, düzgün düşünemez olduğunda doluşuyorlar kafana. Karışmaması lazım fakat nasıl karışmaz? Hayatın boyu her şeyi koşullara bağlamışsın. Durumun kötülüğünün geçmesi demek başka bir duruma geçmek demek. Hiçbir zaman sorunlarının üstesinden gelmiyorsun aslında. Üstünü örtüp sırtını çeviriyorsun, yeni bir duruma hazırsın. Oysa o sırt çevirdiğin durumlar her seferinde şiddetlenerek öyle bir çıkıyor ki karşına, her seferinden sonra daha büyük bir durumla karşılaşamam, daha büyük bir acı çekemem diyorsun. Çekiyorsun ama. Çünkü ne olursa olsun devam ediyorsun. Bir zamanlar birinin de dediği gibi, ‘En büyük lütfu ve laneti insanın, umut…’ Haklısın. Her seferinde yeniden inanabilmenin acınasılığı ve senden götürdüğü şeyler korkutucu. Ama biliyorsun, bazıları için bu lanet ve lütuf düşünemeyeceğin seviyede olabiliyor. Altında eziliyorsun, benliğinden uzaklaşıyorsun sanıyorsun. Kendine bile yalancı, kendine bile yabancı oluyorsun. İşte o nokta. Kendine sahteleşme noktası. Bir an için her şeyin farkındasın, evet diyorsun, evet her şey bu yüzden böyle. Bir an için isyan ediyorsun, oradan oraya savruluyor içindekiler.