Bir gün bir oğlan, merak etti.
Göktekiler de sabahlıklarıyla gezerler miydi?
Onlar da bizim gibi uykuya dalıp, hayaller kurar mıydı? Masallarda hep göktekiler cezalandırılınca yeryüzüne indirilirlerdi, dünya onlara göre bu denli mi tiksinçti? Eğer tiksinçse, neden bizi hep izlerlerdi? Orada yaşasaydı, o da onlar kadar mutlu olabilir miydi?
Bir gün bir oğlan, merak etti. "Yeryüzündekile hep günâhkar derlerdi, onlar hiç günah işlemez miydi?"
Oturdu suyun aktığı bir duvara, kumu aldı avuçlarına. Düşündü, düşündü. Soru işaretleri arttı, kum taneleri de arttı. "Şimdi" dedi, şimdi bu kum gökten mi geldi? "
Açtı gözlerini, baktı ki değil evinin önünde.
Karşısındaydı yüzü seçilmeyen bir adam, bedeni de bağlıydı iplerle.
Hayal ettiği gibi değildi hayal dünyasında yaşamak.
Aklına gelmemişti ki sadece pembe rüyaların düşlendiğini hatırlamak.
Bedeni tavana asılı, güzel yüzlü çocuk.
Göğsü göğe açılmış, kalbinde temiz ışığı taşıyan çocuk.
Kaçtı şeytandan, kendi kara gölgesinden.
Koştu, koştu.
Güzel yüzlü çocuk, ışığa koştu.
Kovaladı şeytan onu, en son seferde kaçamadı.
Kalktı perde adamın yüzünden.
O beklediği gibi değildi.
Kızıl, çirkin, kuyruklu, boynuzlu, tıknaz bir günah torbası değildi.
Aksine Tanrı'nın yegâne parçasıydı,
tabloların en güzeli.
Biricik isyankâr.