kib3le

bol bol kitap okuduğum eski günlere döndüğüm için mutluyum.

govenia

rüyamda seni gördüm, bir barda rastgele bir şekilde karşılaşıyorduk. daha önce sözleşmiştik ama buluşamadık ve aynı yerde birbirimizi bilmeden karşı karşıya geldik. aslında bar gibi de değil lokanta gibi ama amerikan barlarına benziyor. menüye baktık falan, biri daha vardı hatırlamıyorum. nasıl oldu bilmiyorum ama sonunda seviştik.

kib3le

aşk acısının anatomik yerleşimi

kib3le

"acı güçlendiği vakit, şekilde göründüğü gibi, göğsümle midem arasındaki boşluğa hemen yayılırdı. o zaman gövdenin yalnız sol kısmında kalmaz, sağa da geçerdi. sanki içime bir tornavida ya da kızgın bir demir sokulmuş içeriden kanırtılıyormuş hissine kapılırdım. sanki midemden başlayarak bütün karnımda keskin asitli sıvılar birikiyordu, sanki yakıcı ve yapışkan küçük denizyıldızları iç organlarıma yapışıyordu. şiddetlendikçe hacmi genişleyerek artan acı, alnıma, enseme, sırtıma, hayallerime, her yerime vurur, beni boğar gibi sıkıştırırdı. bazen göbeğimde, tam göbek çukurunun etrafında, resimde gösterdiğim gibi, sanki bir yıldız şeklinde birikir ve asitli sert bir sıvı gibi boğazıma, ağzıma dolup sanki beni boğup öldürecekmiş gibi korkutur, oradan bütün gövdemi zonklatır, beni inletirdi. elimi duvara vurmak, jimnastik hareketleri yapmak, gövdemi bir sporcu gibi zorlamak, bir an için acıyı unuttururdu; ama en zayıfladığı zamanlarda bile, bir türlü kapanmayan bir musluktan damlayan damlalar gibi, acının kanıma karıştığını hep hissederdim. acı bazen boğazıma kadar çıkar, yutkunmamı zorlaştırır, bazen sırtıma, omuzlarıma, kollarıma yayılırdı. ama her zaman asıl midemdeydi, merkez orasıydı."
Reply

kib3le

bir gürültü oldu, geldin mi?*

kib3le

kafamın dışındakiler dışında ses duymaya alışık değilim. her yerden sesler duyuyorum.**
Reply

kib3le

ardından kaçıp yüzüme bir küfür gibi çarpan kapının karşısında duran o odayı dünya, o masayı yuva yaptım. takvim ve saatten ibaret olan zaman yanılgımın yerini uzayan saçlarım aldı. biraz kitap okudum, biraz film izledim, biraz ders çalıştım, biraz müzik dinledim, biraz kahve içtim. bir şekilde iyi bir arkadaş, iyi bir evlat, iyi bir sevgili, hatta iyi bir düşman olduğuma inandım. dört duvar nefes almak için dar, koşup çarpmak için sınırsızdı. ağladığım kadar gülmeyi, bağırdığım kadar susmayı, geldiğim kadar gitmeyi biliyordum. hiçbir şey bilmiyordum. bıçağın keskin yanını kabul etmiyordum, yeteri kadar kanamayan yara değildi. beyaz çarşaf kirlendikten sonra, kimlerin kirlettiğinin önemi yoktu. bir avuç toprağı sıkıp benim diyebilmek için bu kadar kan dökmek anlamsızdı. her bulduğum boş sayfaya bir çift göz ve sonsuz lavanta dalları çizdim, durdum. durdum. bir nesile yetecek kadar durdum. eskiden kelimelerle dans etmeyi biliyordum. ya da çok gençtim, kendi cümlelerimin etrafında dönmeyi dans zannediyordum. sessizliği ve sakinliği sevdiğime inanarak kapattığım tüm pencerelerin ardında yükselen seslerden korkuyordum. yanlış anlaşırım tedirginliği ile sözde her şeyi doğru yapıyordum. sonsuz eğrilerin hesap sorabileceğini hiç düşünmedim. sorgulanmasın diye sakladığım aniden yükselen alçalan duygularımın yerini artık ben de bulamıyorum. mutsuz değilim, acı çekmiyorum fakat hâlâ ölen kitap karakterleri için yas tutmaktan vazgeçemiyorum. hatırlamak ile unutmamak arasındaki o ince çizgide düşmeden yürümeyi öğrendim.
Reply