Geldiğinde bahar mıydı, yoksa geldin diye mi bahar bilmiyorum. Daha doğrusu hatırlamıyorum. Ama bir Mayıs çökmüştü şehrin üstüne. Kırları rengarenk boyayan, şehrin ve insanların içini, kemiklerini ısıtan ve damarlardaki kana neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bir sıcaklık yayan ılık, renkli ve zengin kokulu bir Mayıs. Nehrin suları dipten aydınlatılmış akışkan bir kristal yığın gibi parıltılarla coşuyor, bembeyaz kesilen portakal ağaçlarının çevreye yaydığı koku üzerlerinden hasbelkader geçen kuşların dilini dolaştırıyor, şarkılarını sarhoş nağmelerine dönüştürüyordu. Biz portakal çiçeğini ayrı severiz biliyorsun; Çukurova çocuğuyuz ya. Her ne kadar göçebe bir yürek taşıyor olsak da evet, Çukurova çocuğuyuz neticede. Portakal çiçeğinin kokusunu ayrı severiz.
ÖMRÜMÜ KANATAN YARA
Yenilmiş bir aşktan geriye kalan enkazın güzellemesi, kırık dökük öyküsü yazılmaya deva ediyor.