hani ben karanlık ve kilitli bir odada tırnaklarımı duvarlara söktürürken sen bir kapı arkasında, sen bir pencere kenarından bana seslenmiştin de ben seni tanımamıştım ya. çünkü sen gelmezsin sanıyordum ya. sen gelsen camı kırar, kapıyı parçalar, ışığı açar, tüm anahtarları cebine koyup beni göğsüne yaslardın ya. ama ağlamak yoktu. sen öyle seslendin, yok mu dedin düşsen betonu eriterecek, atlasan boşluklara yastıklar dizecek, yok mu dedin ya. hani ben ellerime bakıyordum o sıra. ben susmak için çığlıklar atıyordum. yok dedim, yok git buradan. sonra sen kapıyı açtın. ben kendimi bilmiyordum bak, göz gözü görmüyordu ama sen kapıyı açtın. ben toplayıp eteklerimi sözgelimi bir ceketin önünü ilikleyip, önüne terlikler koydum. yüzümü elimin tersi ile silip, saçlarımı topladım. sen miydin dedim. ama nasıl utandım. yok bile bin kapılıymış, nasıl da öğrendim. nasıl da geçtim her eşiğinden. yok dedim, yok kimsem, git buradan. kesmeyen bıçak, tutukluk yapmış bir kurusıkı gibi. vursan vurulurum ama ölsem ölemedim. çok savruldum ben. çok sustum. baktım, görmedim. başımın üzerine bir elma koydum. nerede bir yanlış vardı ben oraya koştum. şimdi kimseye çünkü ben çok kırıldım diyemiyorum. şimdi kimseye diyemiyorum. ne yaptığımı bilmiyorum. bir meydan kur ne olur. bana bir otomatik bul. bir ambulans çağır hadi. omzum çok acıyor. onlara gülüyor çünkü ağlayacak deme. onlara deme. madem çocuktum, bana beni affettir hadi. çık oradan, beni buradan çıkar ne olur. ben kesilirsem, sen kan kaybedersin. bana bir kadeh bir şeyler getir ne olur. bir şırınga bul. birazdan susup hiçbir şey olmamış gibi güleceğim ama sıkacak dişim kalmadı. öyle durma ne olur. ne olur çok görme, ağlat beni.