“Masumuz.”
En ağır mahkemeler de yargılanacaktı körelmiş vicdanım. En sıkı kelepçeler bileklerimi saracak ve onları patlatana kadar sıkacaktı. Kaderin ağlarını ördüğü ipi bulup yoldum ve attım onu öylece bir yol kenarına. “Devam et.” Sıvası sökülmüş bir duvarda seyrettim üçümüzün resmini. Aynı dağınıklıkta saçlar, aynı anlamsız bakışlar, aynı uykusuzluğun getirisi olan göz torbaları, aynı hiçbir şeye gücü kalmamış çelimsiz bedenler, aynı geleceğin getirisinden korkan titreyen ifade ve aynı korkunç hikaye.
“Masumuz.”
“Sizi rehine olarak aldıklarını kabul mu ediyorsun?”
“Evet.” Dişlerim ağzıma döküldü. Saçlarımı elimle öylesine geriye doğru iterken biraz olsun daha dik durmaya çalıştım. Sanki masa da hayal kırıklığıyla dolu bir metin yazılıymış gibi gözlerim üzerinde dolaştı. Bahaneler aradı. Gözlerini üzerime dikmiş polisin kalbimi söküp almasını ve yüzüme yalancı diye bağırmasını istedim. Buna ihtiyacım vardı. “Sadece anlamaya çalışıyorum. Neden sizi rehine olarak aldılar?”
Elimin tersiyle kurumamaya yemin etmiş yanaklarımı sildim. “Çünkü biz kolaydık.” Bin bir türlü çığlık yankılanıyordu zihnimde. Hepsi de birbirine çok benzer kelimelerle hitap ediyordu bana. Yalancı, sahtekar, kalpsiz, riyakar.
“Tekrar soruyorum, sizi rehin aldıklarını kabul ediyor musun?”
“Evet.”
“Evet.”
Üç farklı kişiden üç farklı bıçak izi.
“Evet, biz masumuz.”
- Agmen 2