hoyrattır bu akşamüstüler daima. gün saltanatıyla gitti mi bir defa, yalnızlığımızla doldurup her yeri, bir renk çığlığı içinde bahçemizden, bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan, lavanta çiçeği kokan kederleri; hoyrattır bu akşamüstüler daima.
sabah erken saatte, senin için bu çiçekleri koparırken, penceremin önündeki cam kırıklarını gözyaşlarımla ıslattım. güneş erkenden odamı aydınlattığında, beni yatağımda felaketlerimle baş başa buldu.
bir ufka vardık ki artık
yalnız değiliz sevgilim.
gerçi gece uzun,
gece karanlık,
ama bütün korkulardan uzak.
bir sevdadır böylesine yaşamak,
tek başına
ölüme bir soluk kala,
tek başına
zindanda yatarken bile,
asla yalnız kalmamak.
unuttum.
bir koridordaydık, gelip geçiyorlardı, senin yanında biri dikiliyordu, bir başkası beni bekliyordu az ileride, sen bir kapının önündeydin, kapının odasında onlar vardı, bize bakmaya bayılırlardı, unuttum bütün bunları.
gözlerine bakarken hatırlamıyordum, unutabildiğimiz için bakışabildiğimizi.
ve anımızı, derinleşmesinden, büyüyüp her yeri kaplamasından korktuğum için kısa kestiğimi hatırlamıyordum yürüyüp giderken.
gözlerine yazık.
gözlerime yazık.
görünce parladığı, anladığı gözleri her ihtiyaç duyduğunda bulamadığı için karşısında.
unutmadan yaklaşamazsın çünkü öyle, gözüme dikemezsin gözünü, bana gözlerindeki benekleri saymak için o kadar uzun bir fırsat veremezsin. benden gerçek dünyanın orta yerinde öyle şefkat bekleyemezsin, beni uluorta önemseyemezsin. sen unutmadığın zamanlarda hep tedirginsin. bense sabrı sevmeden eden cüretkâr görünümlü korkak.
beni gör diye durdum önünde, başını kaldırınca hemen yanaştın, o kadar zaman uzak kaldıktan sonra bir adım geride bir saniye daha duramazdın. sen de hakkını vere vere unuttun ama, bana öyle geldi, bir koridorda olduğumuzu unuttun.