Yaralar vardır hayatta, ruha cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.
Kimseye anlatılmaz bu dertler. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin.
Düşündüm, herkesin gökyüzünde bir yıldızı varsa, benim yıldızım uzak, karanlık, anlamsız olmalı. Belki de hiç yıldızım olmadı.
İçimde müphem bir arzu: Bir deprem olsa da, bir yıldırım düşse de, sakin pırıl pırıl bir dünyaya yeniden doğsam? Azap gereken bir ruh gibi bekliyor, kolluyor, arıyordum, lakin boşuna!
Dünya, ıssız yaşlı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum.
Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgin, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya.
Gönlümde düğümlenen bir şeydi ıstırap, bu kederli
hal; kasırgadan az önceki havayı andırıyordu.
Hissettim ki benim düşüncelerimde dayanıksız bir avuç kor gibidir, kül olmuştur, bir üflemeye bakar.
Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok duydum ki!
Artık hiçbir şeye inanmıyorum.
Bazı kimselerin ölümle savaşı daha yirmisinde başlar, birçokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler.
Yalnız ölüm yalan söylemez!
Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder.
Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır.
Kimse göründüğü kadar dayanıklı değildir.
Sadece görünmeyen yangınlar, duyulmayan fırtınalar, gizlice gürüyen ruhlar vardır.
Nedir günler, nedir aylar?
Benim için önemi yok.
Mezarda olan için zaman, anlamını kaybeder.