Vakti zamanında Nişantaşı'ndaki bir taş konakta, İhsan Raif Hanım adında, köklü bir ailenin kızı; iyi eğitimli, edebiyata ve sanata, müziğe ve öğrenmeye hevesli, genç bir kız yazarmış. Babası, dönemin padişahının gözde isimlerinden, valilik ve bakanlık yapmış saygın bir adammış.
Bir gün henüz 13 yaşındaki İhsan Raif Hanım odasında kardeşi ile oynarken bir gürültü kopmuş. Kapı açılmış ve içeriye hiç tanımadığı, hayatında hiç görmediği bir adam dalıvermiş. Bu adam, İhsan Raif Hanım'da uzun zamandır gözü olan reji memuru Ali Kamil'miş. Ali Kamil, İhsan Raif Hanım'ı kaçırmaya kalkmış ama başaramamış. Sonra da korkup evden kaçmış.
Ama olan olmuş bir kere. İhsan Raif Hanım'ın adı kirlenmiş. Babası, onun tüm dil dökmelerine, aile fertlerinin ağlamalarına, yalvarmalarına hiç kulak asmadan kirlenmiş adını temizlesin diye on üç yaşındaki kızını Ali Kamil ile evlendirip İzmir'e sürgün yollamış.
İzmir'e sürgüne gitmeden önce İhsan Raif Hanım; çocukluğunun saflığını, masumiyetini, umutlarını, duygularını döktüğü o meşhur dizeleri kaleme almış. Aslında sadece şiir değil, bugün bile okurken içimizi titretecek olan bir ağıt yakıvermiş:
Kimseye etmem şikâyet; ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime