mavilizeyno

Belki sonu gelmez, belki giden dönmez 
          	Belki yanına kalmaz o giderken sana sormaz
          	
          	Bazen belli etmez, bazen sebep vermez
          	Zaten sonu olmaz ama sonsuz mutluluk olmaz
          	
          	Her yeni başlangıca bir son biçmeden 
          	Olduğu gibi görmeyi öğrenmek mi lazım?
          	
          	Her yeni güne küsmeden, yalnızlığı seçmeden 
          	Olduğu gibi kendini kabullenmek mi lazım?

mavilizeyno

Belki sonu gelmez, belki giden dönmez 
          Belki yanına kalmaz o giderken sana sormaz
          
          Bazen belli etmez, bazen sebep vermez
          Zaten sonu olmaz ama sonsuz mutluluk olmaz
          
          Her yeni başlangıca bir son biçmeden 
          Olduğu gibi görmeyi öğrenmek mi lazım?
          
          Her yeni güne küsmeden, yalnızlığı seçmeden 
          Olduğu gibi kendini kabullenmek mi lazım?

mavilizeyno

Şu platformda dikkatimi çeken ve beni aşırı rahatsız eden bir olay var: Engelli kadın/erkek karakterlerin finale yakın veya finalde mucizevi bir şekilde iyileşmeleri. 
          
          Bu sanki şey demek gibi; "Seni engelinle severim ama sonsuza dek değil." Eğer sadece bir iki kurguda görseydim normalleştirmem daha kolay olurdu. Yazar bir mucizeye tanıklık etmek ve ettirmek istemiş derdim geçerdim ama maalesef ki konusu 'engelli bireylerin aşkı bulması' olan bütün kurgularda bu iyileşme durumu, yazarların kaleminden otomatik bir şekilde çıkıp klasikleşmiş bir olay haline geldi. 
          
          Belki bilmiyorsunuz ama engelli insanlar (kör/sağır/dilsiz/ampute) engelleriyle beraber hayat boyu yaşayabiliyorlar sevdikleriyle birlikte. Peki yazarlara soruyorum. Neden, "Ben sana engelinle aşık oldum" mesajını verdikten sonra bir anda hop diye iyileştiriyorsunuz karakterleri? Bilinç altınıza kim böyle bir saçmalığı yerleştirdi de beyninize kodlandı engelli bireylerin sevilebilmek ve sevilmeye devam edebilmek için iyileşmek zorunda olmaları?
          
          Kaç sene olmuş hala kurgularda kadına fiziksel/psikolojik şiddet, töre, aldatma, tek gecelik duygusuz ilişkiler, berdel, zorbalık, tacizler, tecavüzler ve son olarak bahsettiğim engelli bireylere yapılan iyileşme zorlaması. Tam olarak ne zaman gelişeceğiz ya cidden? Hani ümit gençlikteydi? Bu mu gençlik? 

mavilizeyno

Vakti zamanında Nişantaşı'ndaki bir taş konakta, İhsan Raif Hanım adında, köklü bir ailenin kızı; iyi eğitimli, edebiyata ve sanata, müziğe ve öğrenmeye hevesli, genç bir kız yazarmış. Babası, dönemin padişahının gözde isimlerinden, valilik ve bakanlık yapmış saygın bir adammış. 
          
          Bir gün henüz 13 yaşındaki İhsan Raif Hanım odasında kardeşi ile oynarken bir gürültü kopmuş. Kapı açılmış ve içeriye hiç tanımadığı, hayatında hiç görmediği bir adam dalıvermiş. Bu adam, İhsan Raif Hanım'da uzun zamandır gözü olan reji memuru Ali Kamil'miş. Ali Kamil, İhsan Raif Hanım'ı kaçırmaya kalkmış ama başaramamış. Sonra da korkup evden kaçmış. 
          
          Ama olan olmuş bir kere. İhsan Raif Hanım'ın adı kirlenmiş. Babası, onun tüm dil dökmelerine, aile fertlerinin ağlamalarına, yalvarmalarına hiç kulak asmadan kirlenmiş adını temizlesin diye on üç yaşındaki kızını Ali Kamil ile evlendirip İzmir'e sürgün yollamış.   
          
          İzmir'e sürgüne gitmeden önce İhsan Raif Hanım; çocukluğunun saflığını, masumiyetini, umutlarını, duygularını döktüğü o meşhur dizeleri kaleme almış. Aslında sadece şiir değil, bugün bile okurken içimizi titretecek olan bir ağıt yakıvermiş:
          
          Kimseye etmem şikâyet; ağlarım ben halime
          Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
          Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
          Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime