megaIomaniac

çocukluğumdan kalma bir his bu gölgelerden korkuşum. tam burada, yanımdan geçen o bilindik karaltı. var oluşumun en büyük ıstırabı. hayatımı kâbusa çeviren bir kaçış. şimdi o gölge beni aldı. ışıklar söndü, bu ayrı dünyanın üstüne karanlık örtüler çekildi. öteki dünyaya insanların konsantre hallerinin yerleştirilmiş hali burası. seslere gizlenen duygunun mahremiyeti dört duvar arasında. son kez derin bi' nefes alıyorum, geri veriyorum. şakaklarımdan akan ter kendini usul usul boynuma bırakıyor. uyuşan ayak parmaklarım buz tutacak kadar soğuk, avuç içlerim çöle düşmüş gibi sıcak. gözlerim birer pencere. göğsümde hissettiğim ağırlık, bedenimi her an yere yıkabilir ya da arşa çıkarabilir. uyku tamamen terk etmiş değil beni, kolumu kaldıramıyorum sadece ve adamakıllı düşünemiyorum. gözlerim buğulanıyor, içeriden ses geliyor ve tavandaki avizenin taşları kafamı hareket ettirdikçe farklı renklere dönüşüyor. harflerle karışan ağıtlar, ellerimden akıp gidiyor.
          	bazen anlamını bilmediği ağıtlar insanının canını yakabiliyor.
          	durmaksızın anlam vermeye çalışarak geçirilen saatler mantık duvarını yıkıyor ve yerini boşluk alıyor. 'neden?'  veremiyorsun cevabını ama versen de anlaşılmayacağını biliyorsun. çünkü hissedilmeyen düşünceler anlamaya yetmiyor.

megaIomaniac

çocukluğumdan kalma bir his bu gölgelerden korkuşum. tam burada, yanımdan geçen o bilindik karaltı. var oluşumun en büyük ıstırabı. hayatımı kâbusa çeviren bir kaçış. şimdi o gölge beni aldı. ışıklar söndü, bu ayrı dünyanın üstüne karanlık örtüler çekildi. öteki dünyaya insanların konsantre hallerinin yerleştirilmiş hali burası. seslere gizlenen duygunun mahremiyeti dört duvar arasında. son kez derin bi' nefes alıyorum, geri veriyorum. şakaklarımdan akan ter kendini usul usul boynuma bırakıyor. uyuşan ayak parmaklarım buz tutacak kadar soğuk, avuç içlerim çöle düşmüş gibi sıcak. gözlerim birer pencere. göğsümde hissettiğim ağırlık, bedenimi her an yere yıkabilir ya da arşa çıkarabilir. uyku tamamen terk etmiş değil beni, kolumu kaldıramıyorum sadece ve adamakıllı düşünemiyorum. gözlerim buğulanıyor, içeriden ses geliyor ve tavandaki avizenin taşları kafamı hareket ettirdikçe farklı renklere dönüşüyor. harflerle karışan ağıtlar, ellerimden akıp gidiyor.
          bazen anlamını bilmediği ağıtlar insanının canını yakabiliyor.
          durmaksızın anlam vermeye çalışarak geçirilen saatler mantık duvarını yıkıyor ve yerini boşluk alıyor. 'neden?'  veremiyorsun cevabını ama versen de anlaşılmayacağını biliyorsun. çünkü hissedilmeyen düşünceler anlamaya yetmiyor.

megaIomaniac

sometimes sitting at the table is not to satisfy hunger. it is to be silent. my father is not in front of me, but there is a shadow of him in my soul. we're both sitting at that ruined table. our hands reach for the empty plates, but we cant even really reach each other. when he bows his head, i cant see his face. maybe i dont want to see him. because making eye contact would mean vomiting up everything inside me. i still choose to silence certain things. my fingers trace the edge of the plate as if i will find something. yet there's no bread, no appetite. we're filled not with crumbs but with memories tonight. we wont speak. It is as if he and i have forgotten the same language. is that dark silhouette in the middle? maybe it is my shadow. maybe it is regret. his silence is like a wall. if i touch it, it will collapse, but i am always late for such things. i wont say anything.

megaIomaniac

bazen masaya oturmak açlığı gidermek için değil. susmak içindir. karşımda babam yok ama ruhumda bi' gölgesi var. ikimizde oturuyoruz o yıkık masada. ellerimiz boş tabaklara uzanıyor ama biz aslında birbirimize bile ulaşamıyoruz. kafasını eğdiğinde yüzünü göremiyorum. belki de görmek istemiyorum. çünkü göz göze gelmek içimdekileri kusmam demek  olurdu. ben hâlâ bazı şeyleri susturmayı seçiyorum. parmaklarım tabağın kenarında geziniyor sanki bi' şey bulacakmışım gibi. halbuki ne ekmek var ne de iştah. kırıntılarla değil hatıralarla doyuyoruz bu akşam. konuşmuyoruz. o da ben de aynı dili unuttuk sanki. ortadaki o karanlık silüet mi. belki benim gölgemdir. belki pişmanlık. onun sessizliği bi' duvar gibi. dokunsam çökecek ama ben hep geç kalıyorum böyle şeylere. bi' şey demiyorum.
Reply

megaIomaniac

hayatımda aşka yer yok şükran. olsaydı bilirdim. olsaydı mutlaka bilirdim ama yok. hayatımda bana bile yer yok be şükran. fazlalığım kendi hayatımda. aşk diyorduk. doğru. içimde aşka dair bir heves ve arzu da kalmadı ki. kalp çarpan düşler kurmuyorum. hülyalı ilk gençlik mazide kaldı. benim bir kavgam var şükran. toyken kavgam aşktı herkes gibi. şimdi kendimle dövüşüyorum.
          derdim benimle yanlış anlama nolur. insan bazen böyle olur diyorsun, deme şükran. insan böyle olursa telafisi yoktur.

megaIomaniac

kuşların nereye gittiğini merak etmiyorum artık. avcuma kaç dut sığar merak etmiyorum. hiç rüya görmediğim uykularımda bile neden dişlerimi sıktığımı da. annemi bile merak etmiyorum artık şükran yanlış anlama. bahçesinde büyüdüğümüz o kargacık evi yıkmışlar yerinde ne var merak etmiyorum. içimde göz kırpan küçük bir kuzey yıldızı vardı, yönümü onunla tayin eder, evimi onunla aydınlatırdım. o yıldız ne olduysa ışığını yitirdi şükran. kaybolmak, karanlıkta kalmak da sorun değil. o yıldıza bakmayı seviyordum ben şükran. ben de göz kırpardım ona bazen. göz kırpmaktaki çocukluğu bilirsin. ben artık bilmiyorum.beni anlıyorsun değil mi? yaşıyor olmak beni öldürecek şükran. senin ismini beş bin kere sayıklasam ne çıkar. ismin içi su dolmuş hava kaçırmış bi can yeleği. ismin beni kurtarmıyor beni artık hangi kayık hangi sal kurtarabilir. ben iflah olmam şükran benim içimde çapalarla tırpanlarla meşalelerle boğazıma yürüyen öfkeli bir kalabalık var. ne istiyorlar bu öfke neye ne çıkar şükran. sen bana bakma, ben ne dediğimi biliyorum. yine de sen bana bakma şükran. senin yüzünde dün doğmuş süt kokulu bir çocuk var. o çocuk ağlasın istemem her şeye rağmen.konuşuyorum öyle işte aldırma şükran. boğulmadan hemen önceki nefes bu başımı su üstünde tutmaya da çalışmıyorum içgüdüsel bir refleks de adına adı her neyse. ilenme bilenme öfkelenme kimseye hele ki kendine. kimse kimseyi bu hale getiremez. vaziyetim benim eserim şükran. birine parmak sallayacaksan yumruk savuracaksan o benim. gülme şükran. sen gülünceöyle işte. nasılsın demiştin değil mi. yaşıyoruz yaşamaksa bu. kara göründü mü görünecek mi diye dört gözle ufka bakan bir tayfa değil artık kalbim, karaya çoktan vurmuş bir balina. kimseler onu bulmasın diye dualarla. yaşamak buysa. neyse. çakmağın var mı? sigaran? önce sigara mı sorulur, yapma. ateş varsa kül edecek bir şey muhakkak bulunur. dur gülme şükran. sen gülünce.
Reply

megaIomaniac

nasıl hissediyorum biliyor musun
          sanki susarak büyümüşüm gibi
          sanki yanağımda tokat iziyle ebeveynlerime küsüp 
          dolabın içine saklanıp 
          ağlayarak boyama kitabını karalayan 
          küçük bir çocukmuşum gibi
          sanki sağanak yağmurun altında
          tam şemsiyemi açacakken elimden uçmuş gibi 
          sanki hayatımı bana  önceden defalarca izletmişler ve ben yine gelip aynı hataları yapmışım gibi

megaIomaniac

yaşayış tarzı her dünyevi canlıda farklı. çok azı kendi varlığının farkına varıp, zamanı idrat edebilir. asıl sorun farkına varmak. geçen zamanın anlamsızlığının farkında olmak ne acı. ne acı yaşadığın her anın öylece geçip gitmesini seyretmek. boşa harcanmış bir ömür demek her geriye baktığında. gönül kırıklıkları mı? yaşantı mı? yoksa varoluşsal mı? nerden geliyor, nereye gidiyor bilinmeyen bütün bu sorular? gecenin yarısı uykuyu haram kılar. yatağın sıcak. saatlerin ve fotoğrafların içindeki sessizlik yalnızlığın isli kokusu. anlamsızlığın resmedilmis hali bir oda içinde karanlık ve küflü. rüzgar amansız ve diri yaşamın kendisi gibi. yatağın ucunda şiir kitapları okumak için hevesle alınmış aynı hevesle terkedilmiş. hayatındaki çoğu şey gibi. dağınık bir valiz toparlanmayi bekliyor. hep eve giderken toplarım diye erteliyorsun. sahi evin nerede? havada rüzgara dair tek bir iz yok, etrafın zifiri karanlık bu saatte evi bulamazsın. gündüz gitsen içinde huzur bulamazsın. ne zaman evine gidebileceksin. bilerek kendini sürgün eder mi insan? ya da sürgün hissetmek için çok mu küsmek gerekiyor hayata. neden sürgundesin? neden cezalandırıyorsun kendini? hava çok sıcak. soğuk bir yerlerde yaşamak isterdin. denize bakan bir ev. her gün batımını izlemek. kısa yürüyüşler sahilde belki o zaman bitirir miydin okunmamış kitapları, hayatının cevap bekleyen yerlerini? en güzel cam ağaçları mezarlıkta olanlar. hiçliğin ortasındaki hakimiyet. asıl soru, hayat anlamlandırılmaya değer mi? bir kaç yıllık hezeyan dolu ömre bu kadar pay biçmek sence de fazla değil mi? dünyaya geldik ve gidiyoruz. arkanda bıraktığın hiç bir şey şuan ki varlığını etkilemeyecek. yaşayış beyninde.

megaIomaniac

tamam bazı sancıları birkaç dikişle kabullenip köşeme çekilmiş olabilirim tanrı sizi inandırsın o kadar kolay olmadı. ağlayarak duvarları yumrukladım, aynaları paramparça ettim. ben de biliyorum bu öfke beni hiç yaşatmayacaktı ama öldüremiyordu  işte. birkaç defa daha yumruk attım, ellerim üç beş yaraya da ev sahipliği yaptı. ama ben bütün bunlara bir kılıf da uyduramadım. benim bu öfkem kimeydi? hayata mı yoksa acınacak halinde olan kendime mi? cevaptan çok korktum oğlum. elimden geldiğince iteledim bir köşeye. kanlar içindeyken karşınızda ağız dolusu kahkaha da attım. sırf bu hikayede kazanan ben oldum diyebilmek için.

megaIomaniac

megaIomaniac

geceleri gördüğünüz sanrılar birilerinin gerçeği*
            ben çok küçüklükten beridir ki ölüm düşüncesiyle büyüdüm. her an her saniye ölebilirim diyerek, bunu çok ufakken empoze ettirilerek ya da kendi yollarınızdan bir şekilde anlıyorsunuz. ama sanrı derecesinde vahşetle değil. kesilerek değil, yakılarak değil, gömülerek değil, bi gitar kutusuna, bi varile, boğazımdan kan fışkırarak değil. öyle uyurken mesela, uyku ile uyanıklık arasındaki o ince çizgide, belki uyanamam diye uslu bir huzursuzlukla büyüdüm. sonra ölmekten korkmamaya başladım çünkü kaçışı yoktu. basitti. ben ölmek istiyorum şimdi, ölebilmek istiyorum. çünkü biz artık ölmüyoruz çünkü bunların hiçbirisi ölmek değil bugün. safkan katledilmek. huzurla ölmeyi bile bize layık görmüyorlar. yaşamayı reva görmedikleri bu çağda artık bize huzurla ölmeyi bile hak görmüyorlar. bizim boynumuzu kırıyorlar. bacaklarımızı kırıp üzerimize eğiliyorlar. orospu belliyorlar bizi. hiçbir şeyi hak etmediklerini düşündükleri kadınlara her şeyi hak sayıyorlar. sonra bizi sekize katlayıp bir şeylerin içine sokuyorlar oysa kağıt bile ancak yediye katlanırdı. hayvan bile hayvana bunu yapmazdı. düşman düşmana böyle kıymazdı. burada böylece duracağız, biraz konuşacağız, adalet diye bağıracağız sokaklarda, ağzımızda bir erkek elinin beş parmak iziyle belki. sonra hepimiz eve dönmek için her adım attığımızda, her taksiye bindiğimizde, insanların yüzüne acaba bizi öldürür mü diye lanet bir şüpheyle bakacağız. ne acı değil mi?
Reply