Çünkü ben o kadar alışıktım ki hor görülmeye, yalnız hissettirilmeye, şiddeti tanımaya… Ufacık bir sinir bile tüm ruhumu mahvedip, yitiriyordu. Ufacık bir sert dokunuş bile bedenimde bıraktığı o manevi izle ruhumu mahvedip, yitiriyordu. Ufacık bir sert bakış bile bedenimi kül etmem için yalvarmama yetiyor, ruhumu mahvedip, yitiriyordu. Bu külün üzerine şelalelerde aksa sönmeyecekti çünkü ben ufacık bir hisle dünyaları yakabilecek güce sahip olabiliyordum. Ben o külle yaşamayı öğrenmiş, alevlenmesine izin vermemiştim. Fakat içimdeki o bulanık şelale akmaya çalıştıkça, ben harlanmak için çırpınıyordum. İyi hissetmek için çırpınan ruhuma son bir darbediyi de kendim atıp, onu yok ediyordum. Çünkü ben, kırılıp dökülmeye yüz tutmuş, sadece büyük bir darbe bekleyen harabe bir evdim. O evi tamir etmek imkansızdı. Ama yine de denemek için defalarca çırpınan ruhum bedenimi aksine sahipleniyordu. Ben o hiçbir zaman umut kesilmeyen fakat kendinden umudu kesmiş evdim. Döküntülerim başka ruhları yakardı.
Melike A./Kalıntı