İnsanın yuvası varken döneceği yeri de oluyor. Kırgınlık, kızgınlık, kıskançlık, sevgi, aşk, nefret... Hiçbiri aslında ait hissetmekten daha güzel bir duygu değil. Dünyanın diğer ucuna da gitsen eğer döneceğin bir yerin varsa her şeyi unutur ve ona sığınırsın. Seni soğuktan, sıcaktan, açlıktan, kimi zaman kırgınlıklardan kimi zaman nefretten, savaşlardan, kinden korur. Peki ya insan döneceği yeri kaybederse? Bir yere ait değilsin. Nerden geldin? Hiçten. Nereye gidiyorsun? Hiçe. Kimlerdensin? Hiçlerden. Kimsin? Hiç. Amacın ne? Hiç. Ne olmak istiyorsun? Hiç. Hiç, olmak mı yoksa olmamak mı? İnsan hiç olabilir mi? Düşünüyorsak varız, değil mi? O zaman ben var mıyım yok muyum? Eğer hiçsem sırtımdaki bu yük ne? Yürüdüğüm yol, önüme çıkan engeller, beni hiç olmadığıma inandırmaya çalışan tüm bu şeyler ne? Hiç olmak neden bu kadar ağır? Kendimi bile taşıyamıyorken tüm dünyayı neden taşıyorum? Gidemiyorum, gelemiyorum, inanamıyorum ama inkâr edemiyorum. Hiç olmak böyle bir şey mi?