mervee_665

1.433 beğenme
          	kitaqkurduu Neler olduğunu anlayamazken Yiğit "Bir daha buna dokunduğunu görmeyeceğim!" diye bağırdı Poyraz'a elindeki silahı göstererek, o kadar yüksek çıktı ki sesi evdeki herkes duymuştu muhtemelen. Ömer de duymuş olacak ki kaşları çatık bir şekilde geldi salona.
          	
          	"Ne oluyor lan?" diye sordu gelir gelmez ve ağlayan Poyraz'a baktı. Poyraz babası gelmiş olmasına rağmen bana sarılmış ağlamaya devam ederken Yiğit sonunda öfkeli bakışlarını çocuktan çekti, abisine baktı. "Ne bağırıyorsun küçücük çocuğa? Derdin ne?" Ömer bu kez kızdı Yiğit 'e ama Yiğit ondan daha öfkeliydi. O öfkeyle de yaklaştı abisine, elindeki silahı Ömer'in göğsüne vurdu.
          	
          	"Silahını bir daha sakın ortada bırakma!" dedi, dişlerinin arasından. O an öfkeden titrediğini fark ettim. "Oğluna da söyle bir daha sakın eline silah almasın!" diye kızdı, hâlâ ağlayan Poyraz daha çok ağlarken Ömer Yiğit'in elinden silahı aldı, tek kelime edemedi. Ancak o an anlayabildim derdini. Onu ve annesini düşündüm, gözlerim doldu. Bu kadar öfkeli olmasına hak verdim. Fakat onunki öfkeden çok derin bir hüzün gibiydi.
          	
          	"Silahına sahip çık Ömer, sahip çık!" dedi dişlerinin arasından, o an göğsü hızla inip kalkıyordu. Ömer yine bir şey demezken Yiğit salondan uzaklaştı, Ömer Poyraz'ın yanına gelip onunla ilgilenirken de Yiğit'in peşinden gittim. Koridora ulaştığımda onu gördüm, durdum. Uzun, zigon sehpaya tutunmuş hafifçe öne eğilmiş gözlerini kapatmış öylece duruyordu. Şu an aklından geçenleri tahmin ederken boğazım düğümlendi. Eş zamanlı olarak Yiğit bağırarak o sehpanın üzerinde duran vazoya vurdu ve yere düşürüp paramparça etti, gözümden bir damla yaş aktı.

mervee_665

Bugünümüzü kurtarmıştık, geleceğimizi de el ele kurtaracaktık. Fakat onun için geçmiş hep karanlık kalacaktı. Çocukluğu karanlıktaydı onun, o çocuğu o karanlıktan kurtarmaya benim bile gücüm yetmezdi. Tam da bu yüzden bir gün her şey mükemmel olsa bile Saraçoğlu'nun bir tarafı hep karanlığın içinde olmaya mahkumdu ve bazı mahkumiyetler vardır ki gözlerimizi sonsuzluğa kapatsak bile o mahkûmiyetin prangaları ayağımızdadır. Saraçoğlu geçmişine tam olarak böyle bir prangayla mahkumdu.
Reply

zarin_36

Merhaba 
          
          Panonuzu işgal ettiğim için üzgünüm.
          
          Yazarıma destek amaçlı paylaşıyorum 
          
          Sevdiğim bir yazarın sevdiğim bir kurgusunu bırakıyorum. Okursanız beğeneceksiniz.
          
          (Rahatsız olursanız kaldırırım)
          https://www.wattpad.com/story/320251439?utm_source=android&utm_medium=link&utm_content=story_info&wp_page=story_details_button&wp_uname=zarin_36&wp_originator=EEZ80LVpgryvVgssqyOuy1UQYlSp2J7%2B5FRrnQX85%2BdOeQJPeDkAR6J2PyRpyq7SPNM7vmPMmvQTICal2jJUzK4SAJohTCJI8qeLXHty97k%2FV%2BjUuHyKujavQ1NIUm7h

yar0nn

Aşka sürgünn

yar0nn

@mervee_665  teşekkürleer
Reply

mervee_665

@Yar0nn Canım sıkılıyor Pars." dedim, konuyu değiştirmiş oldum ve başımı kaldırıp ona baktım. "Çok sıkılıyor hem de." deyip bir de söylediğim şeyleri desteklemek için sıkıntıyla ofladım. Ardından da ayağa kalktım ve karşısında durdum. Gayet ciddi bir tavırla gözlerinin içine bakarak konuştum.
            
            "Üzerimdeki sanki bir ölü toprağı var." dediğim an öyle bir yüz ifadesine büründü ki kendime engel olamadım, kahkahayı bastım. Sonra da "Kabul et, güzel espriydi." dedim, gülmeye devam ettim. Fakat o sanki cenazedeymişiz gibi hiç gülmedi, fazlasıyla düz bir ifadeyle baktı gözlerime. O an aklıma yeni bir espri geldi ve içimde tutmak yerine patlattım.
            
            "Ay Pars o kadar ciddisin ki sanki bir ölüye bakıyorsun." dedim, kahkahayı bastım bir kez daha ama yine onu güldüremedim. Gelmiş burada ona resmen stand-up (Komedi gösterisi) yapıyorum ama adamın yüzünde mimik dahi oynamıyordu. Yine de son bir kez şansımı denemek istedim ve aklıma gelen bir diğer espriyi hemen patlatıverdim.
            
            "Pars yüzünde öyle bir ifade var ki sanki cenazeme geldin." dedim, yüzündeki o düz ifade bozulmadı ve o da bana bir tane patlatıverecekmiş gibi baktı. "Üf sıkıldım senden! Eğlenmek ne demek gerçekten bilmiyorsun! İnsan azıcık sırıtır ya!" dedim, yerde bırakmış olduğum telefonumu aldım ve cebime koydum.
            
            "Komik değildi." dedi fazlasıyla ciddi bir tavırla, onun bu ciddiyeti beni güldürdü. Ben komikken bile o bana gülmüyordu ama o ciddiyken bile benim gülesim geliyordu. Acaba sorun bende mi?
            
            "Senin espri anlayışın gelişmemiş, benim esprim gayet de komikti!"
Reply

yar0nn

Maskeli kızın alıntısını atar mısın

mervee_665

@Yar0nn rica ederim;))))
Reply

yar0nn

@ Yar0nn  teşekkürlerr
Reply

mervee_665

@Yar0nn  MK: Senin sorunun benimle değil, bana bu işi verenle.
            
            MK: Yine de bir savaş başlıyorsa, ben hazırım.
Reply

bubenknkben

Birşey daha rica etsem suç ortağımında alıntısını atarmısın
          Atmazsanda canın sağolsun istersen hiç uğraşma

bubenknkben

@ hayallerfln144  teşekkür ederim 
Reply

mervee_665

@hayallerfln144 Zaten ölüm sırasında ilk olan ben değil miyim? Onlar beni öldürmeseler bile kendi zihnim öldürecek. Düşünceler beni ölüme sürüklüyor, onlar beni öldürüyor." İçimden bunları söylemek geliyordu. O benim için endişelensin diye yapmıyorum bunu, öyle bir amacım yok. Sadece beni öldürmek üzere olan bu düşünceleri birisi daha duysun istiyorum. Belki o zaman zihnimin ağırlığından kurtulurum.
Reply

bubenknkben

Birdaha atsana kuralsız alıntı lütfennn

bubenknkben

@ hayallerfln144  teşekkürler ❤️❤️
Reply

mervee_665

"Sen şimdi nasıl dersin ki o da benim babam değil?" diye sordu, Yiğit'i bir kez daha sarstı. "DNA'sını da kanını da geri kalan her şeyini de sikerim! Sen Saraçoğlu'sun, aynı adamın oğullarıyız biz. Aklından bir daha bunu sakın çıkarma!" Onlara arkamı döndüm, gözyaşlarımı sildim. Ağladığımı görsünler istemedim ama gözyaşlarım buna müsade etmedi.
Reply

mervee_665

1.433 beğenme
          kitaqkurduu Neler olduğunu anlayamazken Yiğit "Bir daha buna dokunduğunu görmeyeceğim!" diye bağırdı Poyraz'a elindeki silahı göstererek, o kadar yüksek çıktı ki sesi evdeki herkes duymuştu muhtemelen. Ömer de duymuş olacak ki kaşları çatık bir şekilde geldi salona.
          
          "Ne oluyor lan?" diye sordu gelir gelmez ve ağlayan Poyraz'a baktı. Poyraz babası gelmiş olmasına rağmen bana sarılmış ağlamaya devam ederken Yiğit sonunda öfkeli bakışlarını çocuktan çekti, abisine baktı. "Ne bağırıyorsun küçücük çocuğa? Derdin ne?" Ömer bu kez kızdı Yiğit 'e ama Yiğit ondan daha öfkeliydi. O öfkeyle de yaklaştı abisine, elindeki silahı Ömer'in göğsüne vurdu.
          
          "Silahını bir daha sakın ortada bırakma!" dedi, dişlerinin arasından. O an öfkeden titrediğini fark ettim. "Oğluna da söyle bir daha sakın eline silah almasın!" diye kızdı, hâlâ ağlayan Poyraz daha çok ağlarken Ömer Yiğit'in elinden silahı aldı, tek kelime edemedi. Ancak o an anlayabildim derdini. Onu ve annesini düşündüm, gözlerim doldu. Bu kadar öfkeli olmasına hak verdim. Fakat onunki öfkeden çok derin bir hüzün gibiydi.
          
          "Silahına sahip çık Ömer, sahip çık!" dedi dişlerinin arasından, o an göğsü hızla inip kalkıyordu. Ömer yine bir şey demezken Yiğit salondan uzaklaştı, Ömer Poyraz'ın yanına gelip onunla ilgilenirken de Yiğit'in peşinden gittim. Koridora ulaştığımda onu gördüm, durdum. Uzun, zigon sehpaya tutunmuş hafifçe öne eğilmiş gözlerini kapatmış öylece duruyordu. Şu an aklından geçenleri tahmin ederken boğazım düğümlendi. Eş zamanlı olarak Yiğit bağırarak o sehpanın üzerinde duran vazoya vurdu ve yere düşürüp paramparça etti, gözümden bir damla yaş aktı.

mervee_665

Bugünümüzü kurtarmıştık, geleceğimizi de el ele kurtaracaktık. Fakat onun için geçmiş hep karanlık kalacaktı. Çocukluğu karanlıktaydı onun, o çocuğu o karanlıktan kurtarmaya benim bile gücüm yetmezdi. Tam da bu yüzden bir gün her şey mükemmel olsa bile Saraçoğlu'nun bir tarafı hep karanlığın içinde olmaya mahkumdu ve bazı mahkumiyetler vardır ki gözlerimizi sonsuzluğa kapatsak bile o mahkûmiyetin prangaları ayağımızdadır. Saraçoğlu geçmişine tam olarak böyle bir prangayla mahkumdu.
Reply

mervee_665

Arkasına bile bakmadan giden Melih'in arkasından baktım. Çoktan gözden kaybolduğunu fark edip gözlerimi önüme çevirdiğimde içime huzursuzluk çökmüştü.
          
          "Ne oldu ki şimdi buna? Daha dün hiçbir şeyi yoktu, burada eğleniyorduk." dedi Doğu, onun da diğerlerinin de canı sıkılmıştı bir anda. Tüm keyifleri yok olmuştu.
          
          "Bilmiyorum." dedi Aras, buraya dün akşam üstüne doğru gelmiştik. Gelir gelmez çadırları kurup göle gitmiştik. Gölden döndüğümüzde erkenden yemek yenmiş ve herkes yorgun olduğundan çadırlara geçilmiş, uyunmuştu. Bu sabah ise çok erken kalkılmış, kahvaltı yapılmıştı. Öğlene doğru birlikte bir etkinlik yapılacağından bahsedilmiş, biz de o zamana kadar vakit geçirmek için yeniden göle gelmiştik. Kısacası Melih'in bize karşı bir sorunun olmasını gerektirecek herhangi bir şey olmamıştı. Başka bir şey olduğu çok belliydi. Canını sıkan çok başka bir durum vardı ve ben bunu merak ediyorum. Sanırım son günlerde çok meraklı biri olmaya başlamıştım ama ne yapayım? Merak ediyorum işte.
          
          "Peşinden gitsek mi acaba?" Bunu soran Doğu oldu, gözlerim onu bulduğunda da Aras cevap verdi.
          
          "Gitmeyelim, biraz yalnız kalsın. Şimdi üzerine gidersek bize de tavır alacak. Melih'i tanımıyor musun?" dedi sıkkın bir tavırla, oysa ben hemen gideceklerini düşünmüştüm. Keşke hemen gitseydiler. O zaman benim de gitmek için bir nedenim olurdu.
          
          "Ne zaman gidelim o zaman?" diye sordu Doğu bu kez de. Merakla Aras'a bakarken bakışlarımı Doğu'ya çevirdi ve yanıtladı.
          
          "On beş dakika sonra gideriz." Bir kez daha şaşırdım, on beş dakika mı? Biraz yalnız bırakalım dediğinden kastı on beş dakika mıydı yani?
          
          "On beş dakika çok değil mi?" Doğu bunu sordu, başta Aras'la alay ediyor sandım ama gayet ciddi gibiydi.
          
          "Çok mu?" diye sordu Aras, Doğu başını salladı.
          
          "Bence çok." dedi Doğu.
          
          "O zaman beş dakika diyelim biz ona." diye düzeltti Aras. İkisinin konuşmasını hayretler içinde dinlerken konuşma devam etti.

mervee_665

"Biz konuşana kadar üç dakika geçti bile." dedi Doğu, Aras bir ona bir de Melih'in gittiği tarafa baktı ve konuştu.
            
            "Yanına ulaşana kadar da iki dakika geçer zaten." dedi, Doğu onu onaylamak için başını salladığında da ikisi aniden ayaklandı ve Melih'in peşinden koşmaya başladılar.
Reply

mervee_665

Ağlamaktan kendinden geçmek üzere olan Mavi'ye hesap soramadı. 'O da benim gibi kaybetmiş.' diye geçirdi içinden. 'Onun da benim gibi canı yanıyor.' dedi kendi kendine ve iç geçirdi. Hesap sormak için geldi ama hiçbir şey yapamadı. Sadece durdu, ağlayan Mavi'ye baktı. İsmini, yaşını, kim olduğunu bile bilmediği bir kızla aynı acıyı yaşıyordu ve ayakları burada daha fazla durmadı, geri geri gitti.
          
          Mavi bir saniye bile olsun susmadı. Samet çaresiz bir şekilde onu sakinleştirmeye çalışıyor, iyi hissetmesi için bir şeyler söylüyordu ama Mavi için tüm kelimeler anlamsızlaşmış, her cümle önemini yitirmişti. Bu acıyı geçirecek herhangi bir cümle olamazdı. Bir tek zaman geçirirdi. Annesinin vefatından biliyordu bunu da.
          
          Alaz koridorun diğer ucuna ulaştığında hayatı boyunca bir daha hiçbir zaman görmeyeceği o kıza bir daha bakmak istedi. Yüzünü görmemişti, karışısındaki adama öyle bir sarılıyordu ki görmesi de mümkün değildi. Aynı acıyı paylaştığı o kızı görmek isterdi.
          
          Mavi Samet'in göğsüne gömdüğü yüzü yüzünden nefes alamadı. O an nefesini bir şey kesti. Görünmez bir el tuttu ve başını kaldırdı. İşte o an Alaz Mavi'yi, Mavi de Alaz'ı gördü.
          
          İkisi de birbirlerinin kim olduğunu bilmiyorlardı. Alaz'ın bildiği tek şey bu dünya üzerinde kendisiyle aynı anda aynı acıyı çeken bir kalp olduğuydu. Hayatı boyunca hep bu anın etkisini yaşayacaktı. Kendini çok az tanıyorsa bu kız hep aklında olacaktı. Bu yüzden yüzünü aklına kazımak istercesine dikkatle baktı karşısındaki kıza. Fakat zaman, bu yüzü aklından silip atacaktı.
          
          Mavi'nin hissettikleri Alaz'ınkinden biraz farklıydı. Göz yaşları içinde baktığı bu genç adamı tanımıyordu. İsmini, kim olduğunu bilmiyordu. Hiçbir şey bilmeden bu adamın gözlerinin içine bakmaya devam ediyordu. Çünkü onda kendini çeken bir şey vardı. Acı... Genç adamın gözlerinde kendi acısını görüyordu. Hayatında gördüğü en güzel mavi gözlere sahip olan bu genç adamın gözleri Mavi için bir aynaydı. Ona baktığında kendini, kendi acısını görmüştü.

mervee_665

Bir gün içinde öldüreceği Mavi'yi yine bu genç adamın gözlerinde bulup da yaşatacağını bilmiyordu
Reply

mervee_665

Salonun ortasında durmuş dikkatle ona baktım. Uzun, siyah saçları vardı. Uzun boylu, beyaz tenli bir kadındı. Koyu kahve, iri gözlere sahipti ve siyah deri bir taytla büstiyer giymişti. Çok güzel görünen bu kadına durmuş bakmaya devam ederken kendisi yanıma geldi. "Merhaba." dedi, gözleri evin içinde gezindi.
          
          "Merhaba." dedim, evin içinde gezinen gözleri beni buldu.
          "Pars nerede? Daha az önce konuştum, evde olduğunu söyledi bana." dedi, ne diyecektim şimdi ben bu kadına? Ben daha yeni uyandım, nereden bileyim aynı evde olduğum adam bu koca evin neredinde olduğunu mu? Bu cevabı veremeyeceğim için kadının karşısında sessiz kalırken kadın dikkatle bana bakıyor ve bir cevap bekliyordu.
          
          "Bilmem." dedim bir anda, sessiz kalmaktan çok daha iyi oldu bu cevap ve devam ettim. "Az önce buralardaydı." dediğimde kadın gerçekten görebilecekmiş gibi etrafa bakındı, bakışları yeniden beni buldu. "Gelir şimdi, siz kimsiniz?" diye konuyu değiştirdim.
          
          "Ah, doğru ya tanışmadık." deyip elini uzattı. "Bilge ben." Afalladım, Bilge bu kadın mıydı? Hayalimde canlanan kadın hiç bu kadar güzel değildi oysa ki.
          
          "Ayliz." diye ben de kendimi tanıttım ve uzattığı elini tuttum kadının. Tam o sırada merdivenlerden inen Pars'la göz göze geldim. Şu kadını çok merak etmeme gerek kalmadan karşıma çıkmış olmasından ve birazdan Pars yanımıza ulaştığında Pars'la ne ilgisi olduğunu öğrenmekten memnun olurken Pars yanımıza geldi.
          
          "Pars da geldi." dedi Bilge ve elini benden çekti, Pars'a çevirdi bakışlarını. "Ben de Ayliz'e seni soruyordum, beni beklemeden çıktın zannettim." dedi, Pars'ta olan gözlerimi çektim. Dün geceki inadım hâlâ devam ediyordu, hâlâ onunla konuşmama konusunda kararlıyım ve sanırım o da bunun farkında. Çünkü bana laf çarpmak, benimle konuşmak gibi bir çabaya girmedi. Hatta ona bakmıyor olsam da fark ettiğim kadarıyla gözünün ucuyla bile bana bakmıyordu.

mervee_665

"İşlerim evde bugün, sen gelmesen de çıkmayı düşünmüyordum." dedi Pars Bilge'ye. İstediği zaman ne de güzel açıklama yapıyor değil mi? Elin kadınına yap açıklamayı ama Ayliz'e gelince iki kelime etmekten aciz ol! Oh ne âlâ dünya!
Reply

mervee_665

"Bence Gamze'ye her şeyi anlatmalısın." Dedim, kaşlarını çattı. Göz ucuyla Gamze'nin gittiği tarafa baktım, olmadığından emin olup Ateş'e döndüm. "İkimiz de çok iyi biliyoruz ki o katil hiçbir zaman bize yalan söylemedi. Tamam birçok insana zarar verdi ama buna rağmen tek bir kez bile yalan söylemedi. Eğer bugün o duvardaki yazıyı yazan o katilse Gamze'de görmemiz gereken bir şey var demektir." Tüm bunları söylerken içten içe benden şüphelenmemesini umut ediyordum. "Eğer öyle bir şey de gerçekten varsa..." Sözümü kesti
          
          "Tam da bu yüzden hiçbir şeyi bilmemesi daha iyi değil mi?" Duyduğum şey bu kez hoşuma gitti. Demek gerçekten de korkmasın diye değil şüphelendiği için susmuş.
          
          "Ya olan bitenden haberi varsa? Bunu da düşünüp şüphelendiğini anlamasın diye sanki şüphelenmiyormuş da bu durumu alaya alıyormuş gibi bunu ona anlatmak daha doğru gibi geliyor bana." Ateş birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra bakışlarını yere çevirdi, bana hak veriyormuş gibi hissedince ikna edici konuşmama devam ettim.
          
          "Her ihtimali düşünmek gerek diye düşünüyorum ama yine de son karar senin. Bu cümleleri benden ilk ve son duyuşun, başka da hiç kimseye söylemeyeceğim zaten, ne yapacağına kendin karar ver."
          
          "Neden son? Hem neden bir tek ben?" Merakla sordu, anında yanıtladım.
          
          "Çünkü her şeye rağmen beni gerçekten anlayacak olanın bir tek sen olduğunu düşünüyorum." Söylediğim hoşuna gitmiş gibiydi.
          
          "Diğerleri muhtemelen onu kıskandığım için suçladığımı ya da ne bileyim ondan kurtulmaya çalıştığımı falan düşünecekler." Tek kaşı kalktı.
          
          "Benim böyle düşünmeyeceğimden nasıl eminsin?" Yine merakla sordu ve ben yine sorduğu an cevap verdim sorusuna.
          
          "Çünkü sen..." Deyip sustum, bir an gerçeği söylemek, sen beni tanıyorsun, böyle bir şey yapmayacağımı çok iyi biliyorsun demek istedim ama bunu yapamayıp bahane sundum. "...seni sevmediğimi, kıskanmak için bir nedenim olmadığını çok iyi biliyorsun.