Geçit bir sürü çerçöple, moloz yığınlarıyla doluydu. Patlak bisiklet lastikleri, etiketi soyulmuş şişeler, yırtık dergiler, sararmış gazeteler, kırık tuğla parçaları, devrilmiş beton direkler. Bir duvarın yan tarafı delik, paslanmış bir demir fırın atılmış. Ama bütün bu döküntünün içinde, gözlerimi ayıramadığım iki şey vardı: Biri, demir fırınının az ilerisine, duvara yaslanmış olan mavi uçurtma, biri de Hasan’ın kırık kiremitlerden oluşan bir öbeğin üzerine fırlatılmış kahverengi, kadife pantolonu.