“Jeongin…” diye mırıldandı kulağıma doğru. Sesi, soğuk bir rüzgar gibi içimde yankılanarak ürpertti bedenimi. Nefesimi tutmak zorunda kaldım, çünkü o nefes bile benim kontrolümde değil gibiydi. Bir adım daha yaklaştı ve dudakları kulağıma değdiğinde bütün dünyam sadece o anın içine sıkıştı.
“Bana seni seviyorum Hyung demen için neler yapabileceğimi bilseydin,” diye fısıldadı, sesi tehditkâr bir tatla doluydu.
Başını geriye çekip yüzümü inceledi, ardından gözleri dudaklarımda gezindi. “O küçük ağzından o kelimeleri duymak için neler yapabileceğimi bilseydin,” diye devam etti. Dilini dudaklarımda hissettiğimde kalbim duracak gibi oldu, ama bu onun umurunda bile değildi. Dili usulca dudaklarımı okşadıktan sonra dudaklarımıza yüklediği sert öpücükle zihnimde yankılandı her şey. “Bu kadar inat eder miydin yine?”
Dudakları dudaklarımdan ayrıldı, ama bu sadece kısa bir molaydı. Çeneme, oradan boynuma doğru inen hafif öpücükleri tenimde bıraktığı izlerle varlığını hissettiriyordu. Nefesim düzensizleşirken gözlerimi kapattım. Direnmek istiyordum, ama onun varlığı her şeye hükmediyordu.
Göğsümde durdu, dilini yavaşça tenimde gezdirdi. Her hareketi, her dokunuşu, bedenimde yankılanan bir emir gibi hissettiriyordu. “Yine, Hyung seni abim olarak görüyorum der miydin?”
Ellerim titrerken onun iradesine karşı koyma çabam anlamsızdı. Dilini, alkolün ve onun etkisiyle hassaslaşmış göğüs ucumda gezdirirken kontrolümü tamamen kaybetmiştim.
“Ve yine, köpek gibi kıskandığımı bile bile o herifle konuşur muydun?”
Sözleri ağır, ama bir o kadar da zehirliydi. Her hece, her kelime, içimde ateşten bir iz bırakıyordu. Ne diyebilirdim ki? Ona meydan okumak, bu bakışların karşısında dimdik durmak istiyordum. Ama Hyunjin, bütün korkularımı, zaaflarımı bilen tek kişiydi. Bu yüzden ona karşı direnmeye çalışmak, umutsuzca bir savaş gibiydi.