Kısık sesli bir şarkı, ne olduğunu bile anımsayamıyorum. İzmaritleri dökülen sigaram, kısılan gözlerim, anılarımla dolu bir hava. Hatıralarım, ya güllerden ya da çöplerden ibaret. Asla ortası olmazdı zaten, ya iyiydim ya da kötü. Belki de ben belli şeyler haricinde bir şey hissedemiyordum. Kendimi açıklasam da kimse anlamak istemezdi. Uzun uzun paragraflarıma kimse tahammül edemezdi, tamamen okuduklarından bile hep şüphe duyardım. Sırt üstü, rüzgardan dolayı dans eden çimlerin üzerinde boylu boyunca uzanıyordum. Önceden olsa, böceklerden korkardım ama şu an sadece yıldızları izlemek istiyordum. Düşünmekten bu denli nefret ederken aynı zamanda başka bir kaçışım olmadığını bilmek beni yoruyordu.
Kendi kendime düşündüğüm konulardan biri de, beni kimsenin doğru düzgün tanımadığıydı. En sevdiğim rengi, aksesuarımı, kıyafetimi, en sevdiğim insanı, bitkilerimin renklerini, evcil hayvanlarımı, hangi kitapları okuduğumu, en yalnız hissettiğim zamanları, günün en sevdiğim zamanını, en sevdiğim şehri, hedeflerimi.. kimse bilmezdi, eminim bilmek de istemiyorlardı. Ben, herkese bu kadar meraklıyken kimse beni sormazdı. Yıldızlar merak eder miydi acaba beni? Belki de hilâl şeklinde kıvrılmış ay? Küçüklüğümün ruhunu taşırken hafifçe kıpırdayan salıncak? Zifiri karanlıkta en azından sigaramı görecek kadar aydınlık veren sokak lambası? Ah, doğru ya.. onlar beni duyamazdı.
Her zamanki gibi.. kendimle baş başayım. Ne zaman ‘başardım’ desem hep ilk karoya geri dönüyorum. Hayatım bir dama oyunundan ibaret olsa ben hep sona yaklaşacakken başa dönen bir taş olurdum. Kimse, beni yemeye layık bile görmezdi eminim. Bakmazlardı mesela rengime, sadece kenarda bekleyen bir yedek taş olurdum.
Zihnim paslanıyor, buğulanıyor. Hava soğuk ama üşüsem de kalkmak istemiyorum. İlk karoda mı mutluyum yoksa yenmeye çabalamak için çok mu yorgunum?