Çiçek Açamayan Herkese,
Her insan bir bitkiye benziyor.
Filizleniyor, büyüyor, çiçek açıyor.
Hepsi bambaşka ama hayran olunası.
Renk renk yaprakları ve sarhoş edici kokuları...
O sert duvarları arasında, herkesten kaçan kaktüsler bile sevildiğinde birer birer çiçek açıyor.
Çiçekler aşık olacak kadar güzeller. En sevilesi onlar.
Peki ya hiç açmayanlar? Açamayanlar?
Bu dünyaya sadece bir ot parçası olarak gelmiş ve asla sevilmeyen, sonunda ise yalnız başlarına ölen bitkiler?
Onların suçu neydi? Sadece sıradan oldukları için mi onlar görülmüyordu, fark edilmiyordu.
Kimse bakmadı o solgun yeşilliklere.
Çiçek açmadılar. Ama kök saldılar yine de,
bir taşın dibinde, unutulmuş bir patikanın kenarında. Sessizce yaşayıp sessizce soldular. Çünkü yaşamak umut demekti belki de. Göremeden ölseler bile.
Ve belki de, bir gün bir çocuk, eğilip o "ot"un ne olduğunu merak eder, eliyle dokunur, adını bilmese de görünmez olduğu dünyadan kısa süreli çıkarırdı onu.
Belki de sorun çiçek açmamaktaydı,
belki de çiçek açanlara "güzel" denmesindeydi.
Kimin neye güzel dediğini kim belirliyordu zaten? Renkli yapraklar mıydı değerli olan, yoksa yalnızca göze hoş gelenin sevildiği bir dünyada göze batmayan her şey mi çirkin sayılıyordu?
Hiç açmamış bir otun hikâyesini kim anlatır?
Kimsesiz büyüyen bir filizi kim sever? Belki de bu yüzden bazıları daha ilkbahar gelmeden içten içe kurur.
Çiçek açmak bir ödülse,
ya hiç şansı olmayanlara ne demeli?
Kim bilir, belki bazıları sadece “ot” olmak için gelmiştir bu dünyaya. Ama asıl soru şu:
Onları ot yapan kendi sıradanlıkları mıydı,
yoksa biz mi bakmayı hiç öğrenemedik?