Ağlıyordu Gök için için. Yaşlar boşanırcasına akarken gözlerinden, yapabileceği bir şey olmadığı için üzülüyordu Minik Yıldız. Gökyüzünü severdi; Gökyüzü iyiyidi, cömertti, güzeldi. Kucak açardı tüm gök cisimlerine. Ol gösterirdi bulutlada, kimseyi bırakmazdı başıboş ve yolda. Gök, ağlamayı hak edecek son kişi bile değildi. Bunu bildiğinden merakla sordu Küçük Yıldız:
"Yerdekilerin seması, göktekilerin sığınağı. Güzel evrenin olmazsa olmazı. İnsanların ümidi, dostu, dayanağı. Ne için ağlıyorsun, ne için ıslatıyorsun yeryüzünü gözlerinle?"
Gök konuşurken hıçkırıklarına olamadı engel. Bu hıçkırıklara gök gürültüsü denirdi yeryüzünde. Korkardı insanlar onu her duyduğunda, endişe dolardı bedenlerine.
"Sevenler için ağlıyorum Minik Yıldızım, sevip de acı çekenler için."
"Neden ki ama? Sevenler neden acı çeker ki?"
"Görülemedikleri için. Anlaşılamadıkları için. Aşağıya bak, ve gör orada sessizce ağlayanları. Hak etmediği hâlde, tek başına bırakılanları. Onlar ki, Tanrı'nın Tanrı'nın evrende bebeklerden sonra yarattığı en masum varlıkları. Buna rağmen en çok acı çeken, en çok da kırılanları. Kalplerinin güzelliği yüzlerine yansımadı diye dışlananları."
Ne diyeceğini bilemedi Minik Yıldız. Sadece dediğini yaptı Gök anasının. Başını eğdi, ve baktı zavallı Dünyalılara. İşte o zaman gördü onu. Balkonunda oturmuş, ağlayarak yıldızları izleyen küçük kızı.
"Gördün mü o kızı Minik Yıldız? İşte o kız bu göz yaşlarımın en büyük sebebi. O bugün sevmekten vazgeçti. O kadar çok kırıldı, o kadar çok acı çekti ki... Artık tutunacak bir umudu kalmadı."
Bunu duyar duymaz, bir saniye bile düşünmedi. O kızın bir umuda ihtiyacı vardı, ve Minik Yıldız ona umut olacaktı.
Gökyüzüne veda dahi edemeden aşağıya doğru kaydı.
~Melody