“şükûfe, bak şuraya? bak bi’ şuraya.” kadın öylece adamın işaret ettiği sol göğsüne baktı. “ne görüyorsun?” dedi adam. kadın sorusunu anlayamadı. “ne demek istiyorsun naci?” dedi. adam ona bakarak, “bak şükûfe, ne demek istediğimi bile anlayamıyorsun, sen benim dilimi çözemiyorsun. ben senin dilini çözmeye çabalarken, sen bana umutsuz bir parçaymışım gibi bakıyorsun, şükûfe.” adam durgun bir bakış attı. kadın bomboş bakışlarıyla onu izledi. “bakışların bile boşluktan ibaret, ben sende sevgiyi görmek istiyorum, şükûfe. ben sende mutsuzluğun bir kırıntısını, ben sende mutluluğun bir kırıntısını görmek istiyorum ama ben sende kırgınlığın bir kırıntısını dahi göremiyorum, şükûfe. söylesene beni gerçekten seviyor musun, şükûfe?”kadın bakışlarını yerde gezdiriyordu sonra o soruyla adama baktı. sonra yine sessizce yeri karşıladı bakışları. “bak şükûfe, sen daha bana bakışlarınla sevgisizliği gösteriyorsun ama ben sana inanmak istiyorum. ben sözlerine inanmak istiyorum. ben senin ruhunun bir parçası olmayı diliyorum, şükûfe. ama görüyorum ya, benim bakışlarım sen de yok. senin bakışlarında ben de. “ adam kadına baktı, yine yerdeydi bakışları kadının, sessizliğine alışmıştı. bakışlarının hep yerde gezinişine ama bu son demleriydi. “ şükûfe, ne var biliyor musun? bu suskunluğun var. ben saatlerce konuşsam sen yine susarsın, bir cevap vermezsin. ben senin bakışlarında bir sevgi ararım, sen gözlerinle bile susarsın şükûfe. bunu bana sen yapıyorsun, yapma şükûfe, yalvarıyorum yapma. sessizliğine alıştım ama gözlerinin suskunluğuna alışamam.” kadın öylece baktı yine adama, öyle sessiz, öyle suskun. adam hıçkıra hıçkıra ağladı o duvarın köşesinde. kadın baktı, baktı… ve gitti. kadın yine sessizliğe sığındı, adam gözyaşlarıyla kaldı.