haykırmak istedim. ben bir evdim ve en güzel, en sağlam tahtalardan yapılmıştım. kolum su boruları, ayaklarım her an seviştiğim taşlar, gözlerim balkonlar, sözlerim duvarlardı ve nefes alıyordum. yaşıyordum. içimde kahkahalar ve bolca neşe vardı. ateşe verildim. haykırmak istedim. hiç ağlamadığım kadar ağlamak, hiç bağırmadığım kadar bağırmak, hiç koşmadığım kadar koşmak, hiç olmadığım kadar olmak istedim. korktum. ben sadece insanları ağırlayan kocaman ve güzel bir duraktım ama insanlar odalarımı beğenmediler. konuşmak ve hiç susmamak onlara biraz olsun kibar olmaktan zor geldi. çoktan tutuşmuş tahta parçalarımı onlardan uzak tutmaya çalıştıkça daha da soktular burunlarını. korktum. odalarıma sakladığım, neredeyse her akşam gizli gizli koklaştığımız kâğıtları ve ağıtları buldular sandım.
ve sevdim. güzel insanlar sevdim. sevince yanağını okşamak istedim. sıkıca sarılmak ve asla evde hissetmediğim kendi diyarımda bir yere ait hissetmek istedim. sevmeyi de sevdim. ilgimi, alakamı, neşemi, güzelliğimi çokça değer verdiğim veya sularına kapıldığım insanlara vermekten asla çekinmedim. ben bir evdim ve ben misafirler ağırlardım. en güzel şekilde ağırladım. bu beni mutlu eden en büyük şeydi.
fakat bazı insanlara ulaşamadım. nerede olursa olsun, ne kadar seversem seveyim, ne laflar edersem edeyim bazı insanlar bana sokaklarca uzak kaldılar. ve en acısı onların her saniyesini gördüm. içimde sevgi sepetindeki papatyaları dağıtmak için sabırsızlanan küçük çocuk çok üzüldü, ağladı. ağlama, diyemedim. ulaşamadım. çok sevdim, çok çok sevdim. belki şiirler yazdım kilitli bir günlüğe, belki kanlandım ve içini döken bendim duvarlara, belki çiçekler ektim balkonuma, özellikle unutma beni çiçeği, görünürse aylardır açık kollarıma atılır birileri diye, belki kuşları çağırdım birkaç melodi fısıldasınlar da şenlenelim bahanesiyle...