portakaIcicegi-

×

portakaIcicegi-

Eğer daha da derine inersem o çocuk kağıt gibi elimde parçalanacakmış gibi geliyor. Bir çocuğa dokunmak için ona güven vermeniz gerekir ya hani, ben anılarıma indiğimde, korkudan titrerken bile güven bulamadığı kollarda barındırılan bir çocuğu buluyorum. Orada şeker hayali olmuyor, şekerler için dökülen gözyaşları da yok; yanaklarındaki yaşları kendi kendine geçti bak yanındayım mırıltılarıyla silen bir çocuk duruyor. Üzerine sıçratılan sular yok, kavgalarının sebebi asla sular değil, hatta sulara bağımlı bir hayat yaşıyor. Bir çocuk banyoda köpükleriyle oynamak yerine geçti geçti, dokunmadı bize geçti diye ağlaya ağlaya suları üzerine döküyorsa, o çocuğun hayali o saniyede duruyor. Hatırlanan tüm bu anılar, o saniyede sona eriyor. Bir çocuğun tükendiğine tam o saniyede tanık oluyorsun. Biliyorsun neler olduğunu ama bir çocuk öldü diyemiyorsun, bir çocuk o kağıt gibi parçalandı diyorsun. Öldü demeye dilin varmıyor çünkü o kağıda dokunabileceğini içten içe fark ediyorsun. Ama en kötüsü de, en iyisini düşünmeye çalışırken aynı zamanda o kağıdın asla birleştirilemeyeceğini de biliyorsun.
Reply

portakaIcicegi-

Küçük bir çocuk olmayı dilerdim. Lakin kendi çocukluğuma dönmek değil amacım, kötü olan her şeyden uzaklaştırılmış, ailesinin ona bakarken gözlerinin mutluluktan dolduğu, kendini dünyadaki en şanslı çocuk olarak hisseden biri olmayı dilerdim. Şekerim düştüğünde yeni şeker almak için ağlamak benim en büyük acım olurdu, gün gelir de arkadaşlarımla tartışırsak kavgamızın sebebi yalanlardan ibaret olmaktan çıkar, küçük bir su sıçratma meselesine dönüşürdü. Kendi çocukluğuma dönmek istemezdim çünkü yaralı bir çocuğu içinde yaşatmak, suyun içinde saatlerce bekleyip paramparça olan bir kağıda dokunma çabasına eşdeğer oluyor. Kağıdı alsanız da elinizde parçalara ayrılacağını bilirsiniz ya, o hesap işte, o çocuğa ben bile dokunamıyorum. Hatıralarıma dokunduğumda ellerimin altındakiler şekeri düştüğü için ağlayan bir çocuk olmuyor, dokunma bana diye ağlayıp koşmaya çalışırken takılıp düşen bir çocuğa rastlıyorum.
Reply

portakaIcicegi-

×

portakaIcicegi-

Eğer daha da derine inersem o çocuk kağıt gibi elimde parçalanacakmış gibi geliyor. Bir çocuğa dokunmak için ona güven vermeniz gerekir ya hani, ben anılarıma indiğimde, korkudan titrerken bile güven bulamadığı kollarda barındırılan bir çocuğu buluyorum. Orada şeker hayali olmuyor, şekerler için dökülen gözyaşları da yok; yanaklarındaki yaşları kendi kendine geçti bak yanındayım mırıltılarıyla silen bir çocuk duruyor. Üzerine sıçratılan sular yok, kavgalarının sebebi asla sular değil, hatta sulara bağımlı bir hayat yaşıyor. Bir çocuk banyoda köpükleriyle oynamak yerine geçti geçti, dokunmadı bize geçti diye ağlaya ağlaya suları üzerine döküyorsa, o çocuğun hayali o saniyede duruyor. Hatırlanan tüm bu anılar, o saniyede sona eriyor. Bir çocuğun tükendiğine tam o saniyede tanık oluyorsun. Biliyorsun neler olduğunu ama bir çocuk öldü diyemiyorsun, bir çocuk o kağıt gibi parçalandı diyorsun. Öldü demeye dilin varmıyor çünkü o kağıda dokunabileceğini içten içe fark ediyorsun. Ama en kötüsü de, en iyisini düşünmeye çalışırken aynı zamanda o kağıdın asla birleştirilemeyeceğini de biliyorsun.
Reply

portakaIcicegi-

Küçük bir çocuk olmayı dilerdim. Lakin kendi çocukluğuma dönmek değil amacım, kötü olan her şeyden uzaklaştırılmış, ailesinin ona bakarken gözlerinin mutluluktan dolduğu, kendini dünyadaki en şanslı çocuk olarak hisseden biri olmayı dilerdim. Şekerim düştüğünde yeni şeker almak için ağlamak benim en büyük acım olurdu, gün gelir de arkadaşlarımla tartışırsak kavgamızın sebebi yalanlardan ibaret olmaktan çıkar, küçük bir su sıçratma meselesine dönüşürdü. Kendi çocukluğuma dönmek istemezdim çünkü yaralı bir çocuğu içinde yaşatmak, suyun içinde saatlerce bekleyip paramparça olan bir kağıda dokunma çabasına eşdeğer oluyor. Kağıdı alsanız da elinizde parçalara ayrılacağını bilirsiniz ya, o hesap işte, o çocuğa ben bile dokunamıyorum. Hatıralarıma dokunduğumda ellerimin altındakiler şekeri düştüğü için ağlayan bir çocuk olmuyor, dokunma bana diye ağlayıp koşmaya çalışırken takılıp düşen bir çocuğa rastlıyorum.
Reply

portakaIcicegi-

portakaIcicegi-

Bana seslenmeni seviyorum. Sesini duyamasam da dudaklarından dökülen kelimeler benim için oldukça değerli. Ses tonunu bilmesem dahi bana bir şeyler anlatmanı seviyorum. Arkamda çığlık atıp ağlasan bile sana dönene, yüzüne bakana, kadar üzgün olduğunu bilmesem de bana seslenmeni seviyorum. Bana ne anlatmaya çalışıyorsun bilmiyorum. Dudaklarını hızlı konuştuğunda okuyamadığım için kendimi yetersiz hissediyorum. Ben diğerleri gibi hayaller kuramam, saçlarımı okşayıp bana uyuyana kadar bir şeyler anlatmanı dileyemem. Seni duyamadığım için parmaklarınla gösterdiğin, sende garip duran, o şekilleri anlamaya çalışırken gözlerine bakamam. Sinirli olduğunu yüz ifadene bakana kadar fark edemem. Bağırıp kapıyı çarparak çıksan dışarı, ben anlamam seni. Sana bir zarar gelse, bağırışlarını duyamam. Dinlediğin bir şarkının sözlerini nerede nasıl sesini yükseltiyor diye incelemezsem yanlış bir şey yapıp seni sinirlendirdiğimi sanır, şarkı söylediğini anlamam. Dans ederken insanlar birbirinin kulağına fısıldarlar söylemek istedikleri sözcükleri, peki ben seni nasıl anlayacağım? İstesen canımı bile veririm bayım ama ben sana yeterli biri değilim. Birlikte izlediğimiz bir filmin alt yazıları olmadan ne söylediklerini anlayamacağım, gün gelir birlikte oyunlar oynarsak bana anlattığın kelime ne diye düşünüp duracağım. Çünkü sen süreyle yarışmak için hızlı konuşacaksın ve ben yine yetersiz olduğumu söyleyen düşüncelerimde boğulup duracağım. Fazla canım yanıyor bayım, bir yanım senin yanında hep eksik olduğu için özür dilerim. 
Reply

portakaIcicegi-

Leviyatan

@portakaIcicegi- Yazıyı okuyunca ben bile bebek istedim (bu yaşta)
Reply

portakaIcicegi-

Bazen bir çocuğum olmasını istiyorum. Sanki tüm dünyanın kirini temizleyecek, beni tüm bu tüm kırgınlıklardan arındıracakmış gibi. Beni en temiz o sevecek, yokluğuma alışamayacak tek kişi o olacakmış gibi. Bazen gerçekten bir çocuğum olmasını diliyorum. Böyle göğsüme yatırdığımda benim bulamadığım tüm o sevgiyi o benden bulabilsin istiyorum. Doya doya oynayalım ama sonunda düşerse onu kaldırabilecek birinin olmasını istiyorum. Beni kaldırmadılar ben seni hep kaldıracağım meleğim, seni kimse sevmese bile ben hep seveceğim hissiyatını ona vermek istiyorum. Can damarlarımdan kan akmıyor. Yarım kalmışım da o çocuk beni tamamlayacak sanki. Ben bugün.. hayatta olmayan ve asla olmayacak seni görmeyi çok istedim bebeğim.
Reply

portakaIcicegi-

portakaIcicegi-

duyabilen bir insanın bile ruhunda yaralar açabilecek cümleler söyledikleri. hem yaralıyor, hem de nasıl iyileşeceğini söylemeden gidiyor.. ben yanımda olduğu kısacık süre zarfında bile sevdiğim adamın sesini duyamadım biliyor musun? bu.. berbat. hayatta daha berbat şeyler olduğunu biliyorum ama bu şey canımı çok fazla acıtıyor. o şarkılar söylerdi, benim gökyüzümün sesi ne de güzeldir kim bilir, belki insanlar sesinde huzur buluyordur. yorulmuş bir insanın göğsünde soluklanabileceği, bir an bile bu adam bana zarar verir mi düşüncelerinde olmadığı hayatta, sevdiğim adamı bir ben duyamadım. onu duymak mümkünse de, ben kaybettim onu.. ben söylediğim kelimeler insanlara ne tonda ulaşıyor bilmiyorum, dudaklarını okuduğumda "biraz sessiz ol" cümlelerini anlayabiliyorum. az çok bir şeyleri anlayabilsem de ne söylediklerini asla çözemiyorum. söylediğim gibi, simsiyah bir odadayım ve beni kimse duymuyor. duyuyorlarsa da onları anlayamıyorum. bu oda, işitme cihazını da alıp götürdükleri adaletsiz bir ortamdan ibaret. en kötüsü de, beni bu odadan çıkarabilecek hiç kimse yok. bu.. canımı çok fazla acıtıyor.
Reply

portakaIcicegi-

arada gözlerimi tamamen kapatmak istiyorum. bu yaşımdan kaynaklı veya birazdan geçecek olan, depresif bir ruh hâlinde söylediğim bir cümle değil. anlaşılamadığımı fark ediyorum. hayatım karanlık bir odanın içinde ilerliyor ve insanlar bana bir fener verip odayı aydınlatmamı sağlamak yerine, ışığı açıp gözlerimi kapatıyorlar. karanlıktan korkuyorum, çıkarın beni burdan diye bağırıyorum ama kimse duymuyor. bazen anlaşılamadığımı hissediyorum çünkü bana canım diyen hiç kimse canımın gerçekten yandığını fark etmiyor. nefesimin kesildiğini biliyorum, artık kanım da damarlarımdan akmıyor, kanım da çekiliyor sanki. boş bir odanın içindeyim ve beni kimse görmüyor. ne çığlıklarımı fark ediyorlar ne de canımın acısını. insanları duyamıyorum, bu onların bağırışlarıma kulak asmayışıyla eşdeğer değil. ben onları gerçekten duyamıyorum ve bu bazen hoşuma gidiyor. bir şarkıya güzel dediğinizde kimse sorgulamıyor, bu şarkı mı güzel tepkileriyle karşılaşmıyorsunuz. eğer bu tepkiler verilmişse bile onları zaten duymuyorsunuz. lakin.. ben çok yoruldum. omuzlarımdan tutulup sarsıldığımda insanların ne söylediğini az çok dudaklarının hareketlerinden anlayabiliyorum. duymuyor musun beni gibi cümleler işte.
Reply

portakaIcicegi-

Yaralı bir kadının ailesinin paşalar gibi büyüttüğü bir adama aşık olabileceğine inanmıyorum. Bu yüzden de çoğu gençlik romanı bana hiç inandırıcı gelmemiştir. Yaralı kadınlar anlaşılmak ister. Hayat zaten onlara yeteri kadar yük vermiştir ve bir de sevdikleri adamın onlara üstten bakmasını istemezler. Misal, bir kitapta kötü çocuk diye adlandırılan o başrollerden biri bir kadını başta eziyorsa o kadının o adama bağlanabileceğine inanmıyorum. Yaralı kadınlara kolay kolay yaklaşamazsınız, onlara güven vermeniz gerekir. Bu yüzden kitaplardaki adamların kadınları peşinden koşturmaları bana hep itici gelir çünkü o kadınlar güven duymadığı bir ortamda bulunmazlar, bu güven duymadıkları biriyle konuşmalarında da geçerli. Yaralı kadınlar kolay kolay sevmezler. Çoğu aşktan umudunu kesmiş insanlardır bu yüzden de onu aşka inandırmanız gerekir. Böyle bir kadının her gün başka bir kadınla ilişki yaşayan bir adamın aşkına inanabileceğini düşünmüyorum. Bu tür kadınlar hayatlarında yaşadıkları olaylardan ötürü insanların değişmeyeceğini bilirler, onlara göre insanlar değişmez, ne ise odurlar. Tek gecelik ilişkileri olan bir adamın bir anda aşık olacağına inanmazlar diye düşünüyorum. Adam değişiyorsa da kadının buna iyice emin olması gerekir. Yani diyeceğim o ki, yaralı kadınlar kitaplardaki gibi bir karaktere aşık olmazlar. 

portakaIcicegi-

portakaIcicegi-

bazı kadınlar makyajını ağlayarak temizler.
            bazı kadınlar sol göğsünün altında mayın taşır beyler.
            oraya ilk ayak basan adam, ayağını çekip gitmeye kalkışırsa eğer;
            mayın patlar,
            kadın dağılır,
            adam ölür, kadının sol göğsünde.
            sonra bir daha kim gelip giderse gitsin sol göğsün altındaki kente,
            asla aynı etki yaşanmaz.
            bir mayın bir defa patlar beyler,
            bir kadın, gerçekten, bir defa sever.
            
            “bir şiir bir kez yazılır.
            bir kitap bir kez okunur” gibi çürütülebilir bir tez değildir bu.
            bir insan bir kez ölür, türündendir.
            hatta düpedüz eşdeğerdir ikisi.
            
            ve sevgilim, sana gelince:
            
            bir gün uğrarsan sol göğsümün altındaki kente,
            hüzünlü bir sesle:
            “buralar eskiden hep benimdi” diyeceksin kendine.
Reply

portakaIcicegi-

portakaIcicegi-

beni daha önce hiçbir adam diz kapaklarımdan öpecek kadar yüce sevmedi. ben de zaten hiçbir adama dizimdeki yaraları gösterecek kadar güvenmedim ya da cesur değildim, bilemiyorum. övünmek için söylemiyorum ama bana çok şiir yazıldı. içlerinde çok sağlamları vardır. şiir gibi şiirler! ama yine de bana yazılacak en güzel şiir diz kapaklarıma bi dudağın bırakacağı şefkattir. o şefkatin bana değmesine müsaade edebileceğim kadar bana şeffaf olan bi adamın içidir. 
            kağıtla kalemle herkes bir şeyler yazıp çizebilir, mühim olan bi kadına bir şiirle birlikte olduğunu hissettirebilmektir. sevdası bile dejenere olmuş bi jenerasyona bu söylediklerim abartı gelebilir elbette ama inanıyorum; hala sevdanın hakkını verecek yürekler var. inanıyorum. inanıyorum çünkü, inanırsam var olur.
Reply

portakaIcicegi-

bi kadını diz kapaklarından öpmekten ala şiire rastlamadım henüz, üvercinka hariç. 
            çünkü bi kadını diz kapaklarından öpmek; “bugüne dek tüm düşmüşlüklerinden, yaralarından, kanından, izinden, acından öpüyorum, şifa niyetine.” demektir bi nevi. “çok düştüm, parçalandım, örselendim, öp de geçsin” diyemeyen bi kadının sessizliğini duymaktır. “seni anlamak için harflere ihtiyacım yok, ruhunla ruhum aynı lisanı hissediyor” diyebilmektir. “yanaklarından, dudaklarından, alnından, belki omuzlarından, avuçlarından öpmek aşkın yaradılışında var ama diz kapakların sevdaya dahil” de demektir aynı zamanda. o kadını çaresizliğinden ve bir o kadar da gücünden öpmektir. düşmüşlüğü kadar ayağa kalkmışlığından öpüp onu onore etmektir. önünde diz çökmektir. saygıdır. kabulleniştir, çok şeyi. kudretine, sabrına, sarsılmışlığına, sancılarıyla baş edebilecek kadar dayanıklı oluşuna ve de… kırılmak yerine bükülmeyi öğrenebilişine hayran olmaktır.
Reply

portakaIcicegi-

portakaIcicegi-

ayaklarım üşüyor. diğer tüm uzuvlarım gibi. kalbim gibi… sürekli terlemesinden şikayet ettiğim sıcak ellerim, artık sıcak değil. buraya çok uzaksın, biliyorum. gelip saramazsın beni. ama bana şiirlerinden birini versen olur mu? üşüme hissini biraz da olsa benden alıp götürür, eminim.
Reply