Ben sensiz bin gece kan yuttum; sen bir gecenin ıssızlığında bile adımı anmaya yanaşmadın, mazursun… Çünkü bazıları acıya tahammülü kudret sayar, bazılarıysa acıyı bir anlık rüzgâr sanıp geçer. Benim payıma düşen, gecelerin külleştirdiği bir sabırdı; seninse hiç hükmü olmayan bir rahatlığın içten içe büyüttüğü hafiflik.
Biliyor musun, insan bazen kendi içindeki sessiz çığlıkları bile duyamayacak kadar yorgun olur. Ben o yorgunluğu senin yokluk sesinden öğrendim. Dilimin ucunda biriken her dua, her sitem, her yara senin adını taşıyordu; sen ise bunların hiçbirinin ağırlığını omzunda hissetmeyecek kadar hafiftin, belki de hafif olmayı seçtin. O yüzden mazursun; gönlü ağır olanın yükünü, gölgesi bile hafif olan taşıyamaz.
Sen uzaklaştıkça zaman esnedi, geceler uzadı, geceler uzadıkça ben küçüldüm. Kör bir kuyunun dibinde yankılanan kırık bir söz gibiydim; duyulmak isteyen ama duyulmanın nasıl bir şey olduğunu çoktan unutan. Senin yokluğun, sesimi bile bana yabancılaştırdı. Kendimi tanıyamadığım vakitlerde bile seni iyi biliyordum; çünkü beni unuttukça sen eksilmedin, ben çoğaldım. Acı çoğalttı beni; seninse eksilmeye bile vaktin olmadı.
Ben sensiz bin gece kan yuttum; sen bir gecenin karanlığına bile benim kadar bakamadın. Yine de öfke duyamıyorum sana. İnsan, kapasitesinin ötesinde sevmeyi bilmez; herkes, yüreğinin alabileceği kadarını taşır. Belki senin kalbin benim acımı sığdıramayacak kadar küçüktü. Belki de benim kalbim seni taşıyabilecek kadar genişti; bu yüzden düştüm, bu yüzden kanadım, bu yüzden büyüdüm.
Ve şimdi… İçimde hâlâ bir yerlerde sessizce kanayan o bin gece duruyor. Sen hâlâ mazursun; çünkü hiç düşmeyen, düşenin ne kadar kırıldığını bilemez. Ama ben biliyorum. Buna rağmen, gecelerin karanlığında hâlâ bir parça ışık arıyorsam, o ışık sen olmadığın hâlde yanmaya devam ediyorsa… işte en çok bu acıtıyor.