raihera

unutmuşum…

raihera

son zamanlarda arası açılan cümlelerimi artık yazıya dökmekte zorlanıyorum. yazacak fazlaca bir şeyim kalmadığından mı yoksa tarifinde dahi zorlandığım duygusal bir dönemden geçiyor olmam mı etkili bu durumda bilmiyorum. belki ağır bir pembe buluttan düşmüş olabilirim. kadifemsi kelebek kanatları bile tutamamıştır beni gökyüzünde, bu ani düşüş derin bir duygusal boşluk yaratmış ve içinde kaybolan kendimi farklı şekillerde buluyorumdur belki. üzerine yazılacak bir sürü teori olabilir ama hiç birini düşünecek durumda dahi değilim. yorgun ve fazlasıyla kırılgan hissediyorum, öyle ki gözümün ucunda akmaya meyilli hep bir gözyaşı var. kalbimi hissetmiyorum, bir süredir sessiz sakin atıyor. arada kontrol bile ediyorum atıyor mu diye! öyle çok alışmışım ki heyecandan pır pır atmasına, kelebek gibi coşmasına... şimdi ne yapsam derin bir sessizlik kalbimde, ruhumda, bedenimde. 

raihera

sokak çocuğun sesi ile yankılanıyordu, üç beş kuruşa güzel söz diye bağırıyordu çocuk. onu gördüğümde ya ellerim cebimdeydi ya da bir zehiri tüttürüyordum dudaklarımda. bir avuç demir parayı ufak ve terlemiş avuçlarına bıraktım. biraz mahçupça avuçları, şeker ne de yakışırdı... "söyle çocuk. söyle en güzel sözünü bana." elindeki paraları çocuklara mahsus bir neşe ile ceplerine dökerken baktı gözlerime. "bayım," dedi. "bayım, ateş gibi yanıyordu bozuk paralar. cehennemdesiniz." tatmin olmamış gibi baktım gözlerine, sonra tekrar başladı mırıldanmaya. "şimdi o gelse, cennet mi olacak cehennem?" o sözden sonra ya cebimde olan ya da sigara tutan ellerim çocuğun saçlarında dolaştı. parmaklarım karıncalandı masum tellerin huzuru ile. nasıl da haklıydı, sahi o gelse cehennem cennet olacak mıydı?