ruhufeza

وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَاَص۪يلًاۚ
          	
          	Ve an Rabbinin adını sabah ve akşam.
          	
          	Eskilerden kalanlara selam olsun:) 
          	Selamünaleyküm 

ruhufeza

*► Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden her kim onları dost edinirse muhakkak ki o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah, zalimler topluluğunu hidayet etmez. (5/Mâide 51)*

bircennetdelisi

"Ayetlerimizi inkar edip yalanlayanlar, bunlar ateşin ehlidirler ve orada ebedi kalırlar. Ne kötü bir dönüş yeridir o." (Teğabun, 10)

ruhufeza

@bircennetdelisi  Rabbim bizleri öyle olmaktan korusun 
Reply

bircennetdelisi

@ bircennetdelisi  Kuranı Kerimi açtığımda ilk çıkan ayeti yazdım♥ ;)
Reply

ruhufeza

Ey gecenin sahibi. Nasıl ki kudretinle geceyi     gündüzle örtüyorsan; bizim de hatalarımızı,  günahlarımızı rahmetinle ört.
          
                "Hayırlı geceleriniz olsun."

bircennetdelisi

@ ruhufeza Allahumme Amin inşaAllah. Hayırlı sahurlar :)
Reply

_AFRAZE_

Amin ..
             Hayırlı geceler hanımefendi.☆☆
Reply

ruhufeza

                SİYAH DUTUN BİR MEYVESİ  
          
            (O mübarek dut başında Eski Said, Yeni Said lisanıyla söylemiştir.)   
          
             Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır. 
          
             Mütekellim nefsim değil, tilmiz-i Kur'an namına kalbimdir. 
          
             Geçen sözler hakikattir, sakın şaşma, hududundan hazer aşma, 
          
             Ecanib fikrine sapma, dalalettir kulak asma, eder elbet seni nâdim. 
          
             Görürsün en ziyadarın, zekâvette alemdarın, 
          
             O hayretten der daim: "Eyvah, kimden kime şekva edeyim, ben dahi şaştım!" 
          
             Kur'an dedirtir ben de derim, hiç de çekinmem. 
          
             Ondan ona şekva ederim, sen gibi şaşmam. 
          
             Hak'tan Hakk'a feryat ederim, sen gibi aşmam. 
          
             Yerden göğe dava ederim, sen gibi kaçmam. 
          
             Ki Kur'an'da hep dava nurdan nuradır, sen gibi caymam. 
          
             Kur'an'dadır hak hikmet, ispat ederim, muhalif felsefeyi beş para saymam. 
          
             Furkan'dadır elmas hakikat, dercan ederim, sen gibi satmam. 
          
             Halktan Hakk'a seyran ederim, sen gibi sapmam. 
          
             Dikenli yolda tayran ederim, sen gibi basmam. 
          
             Ferşten arşa şükran ederim, sen gibi asmam. 
          
             Mevte, ecele dost bakarım, sen gibi korkmam. 
          
             Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem. 
          
             Ejder ağzı, vahşet yatağı, hiçlik boğazı; sen gibi görmem. 
          
             Ahbaba kavuşturur beni, kabirden darılmam, sen gibi kızmam. 
          
             Rahmet kapısı, nur kapısı, hak kapısı, ondan sıkılmam, geri çekilmem. 
          
             Bismillah diyerek çalıyorum (Hâşiye-1) arkama bakmam, dehşet de almam. 
          
             Elhamdülillah diyerek rahat bulup yatacağım, zahmeti çekmem, vahşette kalmam. 
          
             Allahu ekber diyerek ezan-ı haşri işitip kalkacağım (Hâşiye-2) mahşer-i ekberden çekinmem, mescid-i a'zamdan çekilmem. 
          
             Lütf-u Yezdan, nur-u Kur'an, feyz-i iman sayesinde hiç üzülmem. 
          
             Durmayıp koşacağım, arş-ı Rahman zılline uçacağım, sen gibi şaşmam inşâallah.
          
          
          

ruhufeza

On İkinci Söz
          بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
          
          وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثٖيرًا
          
          Kur’an-ı Hakîm’in hikmet-i kudsiyesi ile felsefe hikmetinin icmalen muvazenesi, hem hikmet-i Kur’aniyenin insanın hayat-ı şahsiyesine ve hayat-ı içtimaiyesine verdiği ders-i terbiyenin gayet kısa bir fezlekesi, hem Kur’an’ın sair kelimat-ı İlahiyeye ve bütün kelâmlara cihet-i rüçhaniyetine bir işarettir. İşte bu sözde dört esas vardır.
          
          Birinci Esas
          Hikmet-i Kur’aniye ile hikmet-i fenniyenin farklarına şu gelecek hikâye-i temsiliye dürbünüyle bak:
          
          Bir zaman hem dindar hem gayet sanatkâr bir hâkim-i namdar istedi ki Kur’an-ı Hakîm’i, maânîsindeki kudsiyetine ve kelimatındaki i’caza şayeste bir yazı ile yazsın. O mu’ciz-nüma kamete, hârika bir libas giydirilsin. İşte o nakkaş zat, Kur’an’ı pek acib bir tarzda yazdı. Bütün kıymettar cevherleri, yazısında istimal etti. Hakaikinin tenevvüüne işaret için bazı mücessem hurufatını elmas ve zümrüt ile ve bir kısmını lü’lü ve akik ile ve bir taifesini pırlanta ve mercanla ve bir nevini altın ve gümüş ile yazdı. Hem öyle bir tarzda süslendirip münakkaş etti ki okumayı bilen ve bilmeyen herkes temaşasından hayran olup istihsan ederdi. Bâhusus ehl-i hakikatin nazarına o surî güzellik, manasındaki gayet parlak güzelliğin ve gayet şirin tezyinatın işaratı olduğundan pek kıymettar bir antika olmuştur.
          
          Sonra o hâkim, şu musanna ve murassa Kur’an’ı, bir ecnebi feylesofa ve bir Müslüman âlime gösterdi. Hem tecrübe hem mükâfat için emretti ki: “Her biriniz, bunun hikmetine dair bir eser yazınız.” Evvela o feylesof sonra o âlim, ona dair birer kitap telif ettiler.
          
          

ruhufeza

Sözler kitabında çok sevdiğim bir hikâye-i temsiliye. Okumanızı tavsiye ederim. 
Reply

ruhufeza

Sonra öteki hakperest, müdakkik âlimin eserine baktı gördü ki gayet güzel ve nâfi’ bir tefsir ve gayet hakîmane, mürşidane bir teliftir. “Âferin, bârekellah” dedi. İşte hikmet budur ve âlim ve hakîm, bunun sahibine derler. Öteki adam ise haddinden tecavüz etmiş bir sanatkârdır. Sonra onun eserine bir mükâfat olarak her bir harfine mukabil, tükenmez hazinesinden “On altın verilsin.” irade etti.
            
            Eğer temsili fehmettin ise bak, hakikatin yüzünü de gör:
            
            Amma o müzeyyen Kur’an ise şu musanna kâinattır. O hâkim ise Hakîm-i Ezelî’dir. Ve o iki adam ise birisi yani ecnebisi, ilm-i felsefe ve hükemasıdır. Diğeri, Kur’an ve şakirdleridir.
            
            Evet, Kur’an-ı Hakîm, şu Kur’an-ı Azîm-i Kâinat’ın en âlî bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır. Evet, o Furkan’dır ki şu kâinatın sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir. Hem her biri birer harf-i manidar olan mevcudata “mana-yı harfî” nazarıyla yani onlara Sâni’ hesabına bakar, “Ne kadar güzel yapılmış, ne kadar güzel bir surette Sâni’inin cemaline delâlet ediyor.” der. Ve bununla kâinatın hakiki güzelliğini gösteriyor.
            
            Amma ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise huruf-u mevcudatın tezyinatında ve münasebatında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitab-ı kebirin hurufatına “mana-yı harfî” ile yani Allah hesabına bakmak lâzım gelirken öyle etmeyip “mana-yı ismî” ile yani mevcudata mevcudat hesabına bakar, öyle bahseder. “Ne güzel yapılmış.”a bedel, “Ne güzeldir.” der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müşteki eder. Evet, dinsiz felsefe, hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir
Reply

ruhufeza

Fakat feylesofun kitabı, yalnız harflerin nakışlarından ve münasebetlerinden ve vaziyetlerinden ve cevherlerinin hâsiyetlerinden ve tarifatından bahseder. Manasına hiç ilişmez. Çünkü o ecnebi adam, Arabî hattı okumayı hiç bilmez. Hattâ o müzeyyen Kur’an’ı, bilmiyor ki bir kitaptır ve manayı ifade eden yazıdır. Belki ona münakkaş bir antika nazarıyla bakıyor. Lâkin çendan Arabî bilmiyor fakat çok iyi bir mühendistir, güzel bir tasvircidir, mahir bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir. İşte o adam, bu sanatlara göre eserini yazdı.
            
            Amma Müslüman âlim ise ona baktığı vakit anladı ki o, Kitab-ı Mübin’dir, Kur’an-ı Hakîm’dir. İşte bu hakperest zat, ne tezyinat-ı zahiriyesine ehemmiyet verdi ve ne de hurufun nukuşuyla iştigal etti. Belki öyle bir şeyle meşgul oldu ki milyon mertebe öteki adamın iştigal ettiği meselelerinden daha âlî daha gâlî daha latîf daha şerif daha nâfi’ daha câmi’… Çünkü nukuşun perdesi altında olan hakaik-i kudsiyesinden ve envar-ı esrarından bahsederek gayet güzel bir tefsir-i şerif yazdı.
            
            Sonra ikisi, eserlerini götürüp o hâkim-i zîşana takdim ettiler. O hâkim, evvela feylesofun eserini aldı. Baktı gördü ki o hodpesend ve tabiat-perest adam çok çalışmış fakat hiç hakiki hikmetini yazmamış. Hiçbir manasını anlamamış, belki karıştırmış. Ona karşı hürmetsizlik, belki edepsizlik etmiş. Çünkü o menba-ı hakaik olan Kur’an’ı, manasız nukuş zannederek mana cihetinde kıymetsizlik ile tahkir etmiş olduğundan o hâkim-i hakîm dahi onun eserini başına vurdu, huzurundan çıkardı.
            
Reply

ruhufeza

Kimle gezdiğinize, kimle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin. Çünkü; bülbül güle, karga çöplüğe götürür. 
                                      Hz. Mevlana 
          Hayırlı geceler 

_AFRAZE_

Sizler de öyle.. ☘
Reply

ruhufeza

@_zeyd1_  Aynen öyle. Allah'a emanetsiniz hanımefendi ben tarafından ☺️
Reply

afrazeyd

Benim yazmam nasipmiş demek kü ;D
Reply