ruthvmp
Zaman nasıl da geçiyor.
@ruthvmp
0
Works
6
Reading Lists
49
Followers
Zaman nasıl da geçiyor.
Pek iyi değilim Varenka, duygularım ölmüş gibi.
"Kırık bir kalp, kül olmuş bir dünyaya bedeldir."
Geçmişe takılı kalmayın derler ya. Nasıl unutabilirdim zihinimin her bir köşesini delik deşik eden hikâyemi. Annemden hatıra kalan sevgi duygumun yanında babamın bıraktığı kinli ve hırslı yapımı. Zıt iki insandan doğan çocuğun hayatta en çok kendiyle savaşmak zorunda olduğunu kim anlayabilirdi? Kendi kanadımı kendim kırar, yaralarımı kendim açardım. Kalabalığın içindeki o yalnız adamdım içimde. Ben bile anlam veremezken kendime, tanımak istediğini söyleyen biri vardı yanımda. Bilmezdi o, kanadımın yarasının her uçmaya çalıştığımda anılarım tarafından tazelenişini. Her gelenin uçamayışıma 'bahane' deyişini, anlamayışını. Kabullenmiştim artık, adanın en ıssız köşesinde bir avuç malzemeyle yaşamaya çalışan bu adamın kırık kanadı onun cılız bedenini nasıl ısıtsın, boş vermesini söylerdim. Bundandır aşktan da umudu kesişim. Verilen binlerce vaadi karşılamak mıydı ki aşk? Yoksa kırık dökük bir evi de sevmeyi öğrenip kendi emeklerinle baştan yaratarak güzelleştirmek miydi? Bilirdim. Çok da iyi bilirdim emek işi olduğunu. Fakat evin tamir olmaya niyeti yoksa ne diye vardı benim emeğim. Vermişim vereceğim kadar, kanadımı kaybetmişim. Hissizleşmişim.
Pollyanna’ya mektuplar, grapon kağıtları; Geçen yazı bir dut ağacının altında roman okuyarak geçirdim, dut taneleri düşerdi sayfalara. Tıpkı tatlı bir yaz yağmuru gibi büyük taneli tıpırtılarıyla. Kendimi dut ağacının gölgesini yiyen bir ipek böceğine benzetirdim. Ucuz teşbihler beyaz atlı prenslerdir Pollyanna. Bir şiire gelir ve onu bu hayattan kurtarırlar. Ah Pollyanna, içimde sanki hep aynı şarkıyı çalan bir laterna; Cancağızım basma perdeme bir çiçek de sen olsaydın. Kaçarken yangın merdivenlerine keşke grapon kağıtları assaydın.
Bense vücuduma şiirler saplıyorum durmadan. Sen de bilirsin ya, Tanrı dayanabileceği kadar acı verirmiş insana.
Sadece birkaç gün yaşadı kelebekler. Ömrünce gerçek aşkı bulamayan insana inat; ateşin aşk olduğunu bilerek ve aşk için yanmayı öğrenerek.
Çıtırtıları duyularımı hissizleştirirdi. Yarınım yokmuşçasına sardığım ellerimi bir bırakırsam on kulaç sandığım bir karışta boğulabilirdim. Yarınımı sahiden de yok edebilirdim. Yürek denilen parçayı insanlar ilmek ilmek kasın sarılmasıyla oldu sayıyor. Benimki ise dünyaya büyüyen bir odun parçasından farklı değildi. Ona tutunmak ne denli bir akıl hastalığıydı. Göğsünde güçlü bir kas yerine nârin bir dal büyütenler bilir bu deliliği. Bir eliniz sıkıca o dalı kavrarken, diğeri ile aklınıza tutunabilmeniz büyük bir denge işi bu şartlarda. Dengesini yitirenler bilir bunu.
"Dengesizliğin dengesinde büyüyenler" dedi, güzel sûretli adam. Karşısında dağılmış, gözleri kanlanmış adam ise az önce aklından ve gözlerinin önünden sıyrılıp geçen film şeridi gibi anları hazmetmeye çalıştı. Yapamadı. Ellerinin titreyişini önemsemeden uzandı orada duran boş şişeye. Aklı bu şişenin aksine ne doluydu. “Sen...” dedi, baktı şeytana. Şeytan elindeki içkiyi dikti bir yudumda. Olmadı. Kelimeleri diline düğümdü. Boğazı yırtılmaya mahkûm bir kağıt gemi. “Sen.”
Bazen bir hiç olduğumu düşünüyorum. Kimseye hiçbir şey verememiş, hiç kimseden hiçbir şey alamamış gibi. Bazen de çok amaçlı kullanıldığım kanısına varıyorum. Kalabalıkta bir fazla gibi. Bazen uğruna bir şarkı yazılmış aşık olunan bir adam gibi. Bazen de çöpe atılan değersiz bir gazete kağıdı gibi. Bazen ölebilecek kadar çok seviyorken an geliyor sesini duymaya tahammül edemiyorum. Bazen canım çıkacakmışcasına özlüyorken, dokunduğumda buz kesiyor yüreğim. Bazen kalbim kaburgamdan fırlayacakmış gibi heyecanlanırken, an sonra ölü bir beden oluveriyorum. Hayatta aslında çok fazla şey yaşayıp hiçbir şey yaşamadığımızı fark ediyorum. Bunlar çok garip duygular. Kafamda milyonlarca cümleler kurabiliyorken şuraya iki kelime yazmaktan aciz kalıyorum bazen. Neye inanacağımı neye güveneceğimi bilemiyorum, doğruyu bulmakta zorlanıyorum. Nefesim kesilene kadar koşmak isterken, kalkıp su içmeye gidecek mecalim kalmıyor bazen. Aslında bir çok şeye sahipken, hiç bir şeyimin olmadığını fark ediyorum. Sevdiğini söyleyen ancak tam da bileklerimi kestiğim günlerden kalma duygularla boğuşurken kimseyi bulamıyorum yanımda.
Bir de kayıplarımız var tabi. Yüreğimizi toprakla üstüne örttüklerimiz, yüreğimize duvarlar ördüğümüz. Yaşamakla ölmek arasında ki o köprüde asılı kalışlarımız. Hangisiydi kötü olan? Özlem içinde acı çekerek sırf yaşamak için yaşamak mı? Kabullenip, duygusuz yaşamak mı? Yanlış zamanda yanlış gezegene gelmişiz gibi. Tam da bileklerimi kestiğim günlerden kalma duygularla boğuşurken olacak iş miydi şimdi?
Gardırobumda yüz parçadan fazla kıyafetim varken, her sabah hiç bir şeyim yok diyebiliyorum mesela. O çok sevdiğim giydiğimde beni mutlu eden ayakkabımı atmaya kıyamayıp, görmeye tahammül edemiyorum. Onlarca kez dinlediğim şarkı o ilk tadını vermiyor şimdilerde. Ve anlıyorum ki maddi olarak neye daha çok sahip olursak maneviyatımızı azar azar kaybediyoruz. Bisiklete binmenin verdiği mutluluk oluşmuyor elmacık kemiklerimizde. Gizli gizli şeker yemenin verdiği heyecan. Salıncakta daha hızlı sallanıp bulutlara erişebileceğimizi düşündüğümüz o umut. Saklambaç oynarken sobelemeye kıyamadığımız dostluklarımız da yok sanki. Okul zamanı hafta sonunu iple çektiğimiz, pazartesiyi heyecanla kucakladığımız samimiyetimiz. Yamalı kıyafetlerimizi saklayamamanın utancı. Bayat ekmekle yapılan yumurtalı ekmeğin verdiği o lezzet.
Benimle tanıştığında upuzundu saçları, sonra kısacık kestirdi. Bir daha hiç uzun görmedim. Sigara içmeyi sevmezdi hiç ama inatla içmeye çalışırdı, kabul etmezdi bunu. Hızlı yürüyemez, bir adım gerimde kalırdı. Küçük adımlarla aramızdaki binlerce kilometrelik mesafeyi kapatmaya çalışırdı. Ne tatlıydı o anlarda. Ne ben yavaşlardım, ne o koşardı.
Ağlamayı yasaklasam da, sürekli ağlardı. Ama her ağlayışı, bir sonraki gülümseyişini daha da parlatırdı sanki. Ya da günden güne bana öyle gelirdi. Dudaklarının kenarında güneş ışığı vardı sanki. Yana kıvrılınca, elmacık kemiklerinde en güzel gün doğumu yaşanırdı. Sakardı. İnatçıydı. Kırılgandı. Bazen küçük bir çocuk gibiydi, bazen yüz yaşında ruhsuz bir kadındı. Bazen sessizdi, bazen avaz avaz bağırırdı. Güçlüydü. Cesurdu. Benim için yaşamayı göze alacak kadar.
Sık sık içini çekerek beni izlerdi. Ama bilmezdi ki, içine beni çektiğini. Bilmezdi, o her iç çektiğinde benim ona biraz daha çekildiğimi. Bilmezdi hiç, omuzları düştüğünde bile zihnimdeki yansımasının can çekiştiğini.
Sık sık uykumdan uyanıp onu izlerdim, çoğu zaman hiç uyumazdım. Bilmediğim acılarını da, o sırada dinlerdim zaten. Uyurken sayıklayan ve sıkça kabus gören tiplerdendi. Ama ne zaman avuç içlerim yanağına, fısıldayışlarım kulağına değse, dünyadaki en güzel gülümsemeyi yüzüne yerleştirip uykusuna rahatça devam ederdi.
Şehirlerden, insanlardan uzakta bir evimiz olsun isterdim. Bir penceresinden bakınca uçsuz bucaksız deniz görünmeliydi. Alabildiğine vahşi ve çılgın bir deniz. Kimi gün açılıp açılıp kapımıza kadar gelmeliydi dalgalar. Tuzlu köpükler saçlarımızı ıslatmalıydı. Geceleri denizin uğultusu kulaklarımızdan hiç eksilmemeliydi. Serin bir rüzgâr esmeliydi ansızın, iliklerimize kadar üşümeliydik.
Ocakta yanan odunların parıltısında gözlerinin en açık rengini görmeliydim. Alevlerin aksi yüzüne vurmalıydı, öptükçe yanmalıydı dudaklarım. Sonra odunlar sönmeliydi, korların kırmızılığında sevmeliydim seni sabaha kadar. Pencereden giren günün ilk ışığı bizi uyanık bulmalıydı. Uykusuzluğumuzun farkına varmadan yeni bir günün ilk saatlerini yudum yudum içmeliydik. Sonra güneş biraz yükseldiği zaman uykuların en güzeli, en dayanılmazı çökmeliydi gözlerimize.
Bütün mektupları unut Frida. Bazı gerçekler vardır, bıçağın ucu kadar sıcak. Gitmek istediğimiz yerler vardır, gömülmek istediğimiz şarkılar. Oysa dürüst bir hayat için yaşlanıyor herkes. Ve anılar, adresi silinmiş evlerde saklanıyor. Belki unutmayı beceremiyoruz Frida, aklımızda hep eski sözlerin yükü. Neye dokunsak, orası çamurlu gece. Nereye baksak, oradan bir rüzgâr geliyor yüzümüze.
Senin bu ellerin diyorum, apansız bir yaz iklimi ve odadan odaya iyi geceler müziği. Hayatın hüznü bir vedaysa eğer, senin ellerin derman yerine Frida.
Both you and this user will be prevented from:
Note:
You will still be able to view each other's stories.
Select Reason:
Duration: 2 days
Reason: