semshuzur

aylardır görmediğim dostumla hemhal olmuş, ıhlamur eşliğinde ayva tatlısı yenilip tatlı konuşulan bir akşamın akabinde yollara düşünce: "peçete alabilir miyim?" diye sordum hostese. acelesi vardı, önemsemedi. acaba buna mı ağladım diye düşündüm, yok; bu da değildi. ağlayacağımın sinyali çeneme düşmese peçeteyi istemezdim. uçak ankara semalarına yükselirken benim gözyaşları düşmeye başladı. ben ağlamalarımın miktarını peçeteyle ölçerim, içimden beş peçetelik ağlamak geliyordu. aksi gibi peçetem yoktu, ben sırf bunun için bile bir peçete ağlardım. umuma açık alanda ağlamak yasaklansın. sonra peçetem geldi ve birtakım gereksiz ilgiler; yardımcı olabileceği bir şey tabi ki vardı. ağzım yüzüme girmişken beni kendi halime bırakmaları.
          	sahi, neden ağlıyordum ki? 

semshuzur

aylardır görmediğim dostumla hemhal olmuş, ıhlamur eşliğinde ayva tatlısı yenilip tatlı konuşulan bir akşamın akabinde yollara düşünce: "peçete alabilir miyim?" diye sordum hostese. acelesi vardı, önemsemedi. acaba buna mı ağladım diye düşündüm, yok; bu da değildi. ağlayacağımın sinyali çeneme düşmese peçeteyi istemezdim. uçak ankara semalarına yükselirken benim gözyaşları düşmeye başladı. ben ağlamalarımın miktarını peçeteyle ölçerim, içimden beş peçetelik ağlamak geliyordu. aksi gibi peçetem yoktu, ben sırf bunun için bile bir peçete ağlardım. umuma açık alanda ağlamak yasaklansın. sonra peçetem geldi ve birtakım gereksiz ilgiler; yardımcı olabileceği bir şey tabi ki vardı. ağzım yüzüme girmişken beni kendi halime bırakmaları.
          sahi, neden ağlıyordum ki? 

semshuzur

olmayacak bir hayale kaptıramayacak kadar yaşlı, olmayacak hayeller kurmayı bırakamayacak kadar çocuktum. ama konum bu da değildi.
          zihnimin ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım bi mıknatıs gibi çekildiği, vazgeçemediğim, memmun da olamadığım ve külliyen bırakamadığım o "şey"i, 7 yıl sonra idrak edebilmiştim. belki 10. on koskoca yıl boyunca, insan olma ihtiyacımın karşılandığı, kucaklandığım, sevildiğim, kabul gördüğüm ve tüm bunların karşılıklı olduğu o "şey"e dair daha rasyonel olmayı sonunda başarabiliyor olduğuma inanamıyordum. içimde senelerdir tepişip duran o huzursuzluğu uğurlayabilmiş miydim gerçekten? 

semshuzur

ben bir saman kıvılcımıyım, alevi bile değilim. öfkemden affıma geçiş arasında 3 saniye gibi bi süre var, yemin ederim kendime ziyanım. ne edersem kendime ediyorum.
          
          bi su bükücüsünün ateş bükmeyi öğrenmeye niyet etmesi gibi bi çabanın içindeyim, son derece beyhude bir uğraş. bazen, öfkelenmek hatta öfkeleşmek istiyorum. şeyleri böylesine kanıksamama duyduğum öfke kadar öfkelensem yeter. 

semshuzur

şüphesiz içimde yaptığım keşifleri biriyle paylaşma ihtiyacımdan doğuyor. "bilinmek arzusu"yla harmanlanmış bir "bilme yolculuğu."
          
          bolu yolundan nefret etmem yirmili yaşlarımın başına tekabül eder, halbuki kolay kolay bir şeylerden nefret edebilen bir insan değilim. sevmek benim için bi hayat felsefesi, en olmadık şeylerden bile sevgi devşirebilen benin bir yoldan nefret etmem söz konusuysa bunun ne derece korkunç bir şey olduğunu tahmin edemezsiniz. her neyse, bugün üniversite arkadaşlarımla buluşmak için gidiyorum; yine sevilecek bir şey çıkardım al işte.
          hani uçakta emniyet kemer ikaz ışıkları söndüğü halde kemerini çıkarmayan biri var ya, o benim. düzce güven seyahatin, öz bilecik, cesur bingöl, babamın arabasının arka koltuğu ve sürdüğüm bilumum arabalar dahil olmak üzere her yerde ve her koşulda emniyet kemerimi takarım. emniyet kemeri takmak benim için bi hayat felsefesi. şaka değil. 
          "olacak olan olur" evet, muhakkak olur. şeyler, bizim irademizdan taşıp olmadık yerlerden hortlayıp canımıza okuyabilir. okuduğu da sıklıkla oluyordur. kim ister kanser olmayı, yahut bir trafik kazası sonucu felç kalmayı, yok yere hapse düşmeyi, ne bileyim bir kalbi öldürmek suçundan yargılanmayı, korku içinde yaşayıp kaygıların kıskacında yoğrulmayı, yaşayamamayı. olacak olanın olmaması yolunda harcadığın çaba senin etki alanın. iradenden taşanlar olacak, yaptıklarım ve yapmadıklarımdan sorumluyum. kanser olmak istemiyorsan sigara içmeyeceksin mesela, spor yapacaksın, güzel yiyeceksin, kalbini neye yoracağını iyi bileceksin. felç kalmak istemiyorsan o kemeri takacaksın. ha, hayatın boyunca belki hiç trafik kazası geçirmezsin; ölümün suyunu içerken boğulmaktan gelir. olabilir böyle şeyler. ihtimal dairesinde basılması gereken tuşlara, alınması gereken önlemlere, yapılması yahut yapılmaması gerekli olan şeylere vicdan muhasebesinden vesika çıkarmak gerek. e, yine de "olacak olan olur"
          

semshuzur

@semshuzur bana bugünlerde olacak olan oldu. bekliyorum. hayatın beklemekler silsilesi olduğunu idrak ettiğimde 20 yaşındaydım, hala daha beklerken yorulmam da insanlığımdan. ne yapalım, bu zorluğu bana verdi diye rabbe mi küseyim, ne yapabilirim? yapılacak hiçbir şeyin olmaması hali, çaresizliğin içinde hapsolup sebeplerin sustuğu noktaya geldin mi- teslim olmak zorundasın. yoksa çıldırırsın. çıldırmak böyle kolay.
            ben de çıldırmayayım diye işte, yazıyorum.
Reply

semshuzur

farklılığın sıradanlaşması" yahut "özgünlüğün tekdüzeliği."
          
          bir şeyin kendimize özgün* olması günümüzün dertleri arasında yer alıyor. eskiden kıyafette "pişti olmak" korkusu güderken, şimdi hemen her şeyimizin bize "özel" olmasını arzuluyoruz. bir şarkı dinliyorsak o şarkı bize özel olsun, bir şeyi seviyorsak sevgi krallığımızı inşa etmek istiyoruz. bir süredir kafamda dönüp duran bu düşünce, bolu'nun dağlarını aşarken yolu izleyebilmek için en önden aldığım koltukta üşüştü. şoför bey birkaç güzel müzik açtı, "acaba kafasının içinde neler geçiyor" diye düşünürken buldum kendimi. hayalen bir otobüs şoförü oldum: birkaç sıralı saat boyunca 30 kişinin sorumluluğunu taşıyan eller, ayaklar ve gözler olurken neler düşünürdüm? sonra hep o klasik; öyküleri merak edilen uzakta görülen ışıkları açık evler muhabbeti geldi aklıma. hayata dair farkındalığı, insanların hikayesini merak edebilmeyi farklılık olarak görüp insanın kendini özel hissetmesinin aslında o kadar da özel olmadığının idrakine vardım. haddizatında farkındalık da artık eskisi kadar nadir değil. "bakın ben farkındayım"ın bas bas bağırdığı dünyamızda güzel olanı -bize ait olmadığı halde- sahiplenmeye ne kadar meyilli olduğumu gördüm. halbuki güzellik olduğu yerde güzel, bir aidiyete hapsetmek güzele haksızlık.
          
          güzel olanı görünce güzelleşmenin ölçütü, o güzelliği yayma isteğimizle doğru orantılı. yoksa güzel olanın tesiri yok. "eşsizlik" iddiası tanrıya dair bir iddia. benzeşeceğiz, göreceğiz, güzelleşeceğiz. güzel olanı kendine saklayıp kendini özel hissetme furyasında birbirimize benziyoruz yine. bunun da ucu yok, bari paylaşarak sıradanlaşalım. 

semshuzur

bu acı bana ne diyor? "acı varsa yaşam var" diyor yazar. şeyler öylesine olagelmiyor, acı suyunda insan boğulurken aslında bir akış var; varılacak bir yer var. acı varsa tekamül var, hayat var, tatlı var. geçenlerde çok acıdım, hala daha acıyor içimde bağzı şeyler -bazen şeyler bazı değil, bağzıdır-.
          
          rab, bu acıyla benden kastın nedir? beni nereye götürmeyi, hangi dersleri almamı murat etmektesin? bana kolaylıkla, güzellikle, sızısız, keyifle ve mutlulukla göster. bu yükü koyan sensin, alacak olan da elbet sensin. ol, demenle oluverenlerin sayısınca dileniyorum; ol deyiver 

semshuzur

insanın, insan olma ihtiyacının karşılanması"
          bir karmaşanın, kaybolmuşluğun ve rota arayışının arifesinde; bir zamanlar içtiğimiz su da dahil olmak üzere bir'leştiğimiz ve sonraları yolların gurbetleştiği dostuma sığındım bu haftasonu. kendime itiraf edemediklerimi, zalim bir yargıcımdır kendime karşı, onun mahkemelerine döktüm. hâzık bir hekim gibi merhem çaldı yaralarıma, bazı dokunduğu yerler fazlaca kanadı. insan bir musibetin kıskıvrak yakalayıp iliğini kuruttuğu bir zaman diliminde merhametle kuşatılmaya ne muhtaç! dostumun muhabbetine baktım, beşerin böyle merhamet duyduğuna rab neler vermezdi ki? haşa, beni bana eziyet olsun diye bu dünyaya göndermemişti. eziyetlerimin de müsebbini bizzat benim baktığım yerdi. sığınmak, teslim olmak, ve sonsuz güven duymak: işte tüm ihtiyacım bunlardı. ipleri ellerimde tutuyorum zannederken kesik üstüne kesik atılıyordu; kaldırmayacaklarımı sırtımda taşımaya ne hevesliydim. kendimi ve derdimi rahmeti okyanuslardan bol, göklerden parlak, sulardan berrak bir sağanağa bırakıp akıverecektim. konya'ya beni getiren böyle bir teslimiyet ihtiyacı değil miydi? rumiler ve şemslerle hasbihaller, göğe uzanan avuçlardan toplanacak rahmet damlaları. yüzün sular altında kalışı. insanın, insan olma ihtiyacının karşılanışı.  

semshuzur

insan nereye giderse götürdüğü tek şey kendi, nereye giderse gitsin gidemediği tek yer kendi. sanki asırlarca dolansam, mekanlar değiştirsem, gitsem geri gelsem kendime ait bir yer ve ait olduğum bir yer bulamayacağım hissinden kurtulamıyorum. o kadar uzun zamandır arıyorum ki, artık şöyşe düşünmeye başladım: burası bulma dünyası değil. yol bitmeyecek, belli.

semshuzur

çıldırmamak mümkün değilmiş gibi gelse de nihayetinde akıllar başlarda, öyle kolay değil ipi koparmak. çağ, ipe asılıyor; insan bunca yılgınlığın, zulmün, çaresizliğin, başıboşluğun rağmına aklını kaçırmıyor. bu sakinliğin, sinmenin karşısında içimde bir dünya ayaklanıyor; bacaklarını kırıp ellerime dolduruyorlar. işte böyle yaşıyorum, kendi kırıklarımın hamallığıyla.

semshuzur

yaşamın tadını alabilen yanlarım ağlıyor. senelerce bucak bucak kaçan ben değilmişim gibi şimdi yaşamak istiyorum. toprağın bağrını henüz delmiş de fışkırmış rüşeymler gibi cüretkar, gök gibi berrak ve çocuklar gibi pür neşe.
          
          insan böyle zamanlarda anlatmak istiyor; biraz anlamak. ben mesela içimde kabarıp duran yaşamak'ı anlatmak istiyorum. güzeli görüp güzelleşmeyi, tadını duymayı suyun, kemiğe sarılan güneşin sıcağı, kışın ortasında salınıp duran kardelenleri, biraz beyaz zambak ve belki lavanta. dağlarda kekik, esen meltemin taşıdığı yosun kokusu, bir bebeğin yakaladığı işaret parmağı. anneannemin ıhlamur ağacı.
          güzelliği görüp çirkine mahkum olan ruhumdan şikayetçiyim bu gece. şikayetçi olduğum şikayetlerim. memnuniyetsizliklerim, kötümserliklerim, endişelerim. güzelin içinde gözüme takılıveren çirkinlikler ve şükürsüzlükler.
          
          insan bazen yaşamak istiyor, bazı geceler yaşamayı dileyecek kadar cüretkar oluyor.