Gurur verir eline bir şans, yenebilirsen kendini al onu. Ya içini içinden sökse de dönemeyenlere ne denir? Gurur değil, nedir onların engeli? Ucunda huzurun kokusunu solusaydım, karanfilin acı kokusu yerini yeniden gelinciğe bıraksaydı ve mavi dolsaydı harelerime; işte o vakit tek engel gurur olurdu ve ben bir kez daha kendimden vazgeçerdim. Fakat yolun sonunda ne çiçekler var ne de beni bekleyen bir bahar. Solmuş yapraklara da razı olurdum ancak yol dediğim tırnak izlerimden ibaret. Tanrı acır mı bu saatten sonra? Günah bellediğinin asırlık acısını söküp alır mı oğlundan? Avuçlarından süzülen her bir duanın cehennemin en derinlerine sürükleyene olması acizlik mi? Öyle.
Bazıları mahşere kalamaz, kaderinde olan en büyük yasak ancak son nefesinden sonra dahi yüzü gösterilmeyerek, kokusundan uzak tutularak, mavilere hasret yüreği kor ateşlere atılarak cezalandırılır.
Ve bu sonsuzluk ve bu iki ayrı yol, toprakta kalan solmuş tek dal karanfil.
Bir tüy terazinin ucunda, diğer tarafındaysa sen. Hangisi ağır basacak biliyorum. Hangisi en ağırıydı biliyorum. Her nefeste biraz daha yaklaşıyor alevlere, ilk defa onu sevmemiş olmayı diliyorum. Tüy ağır bassın, o ait olduğu yere; uzaklara gitsin istiyorum.
Avuçlarımı açardım ancak bu defa dualarım hâkim değil ruhuma. Mumun üstüne elimi koymuşum misali. Daha fazla yakıyor. Dirilişim sonrasındaysa tükenişim. Sonsuz ızdırabın kollarında, zehir göz bebeklerime ulaşmışken benden kalmamış bana hiçbir şey.
Zihmin son kalan anılarını oynatıyor. Sahibinin ömürlük dileğini yerine getiriyor, tüketiyor. Dudaklarım fazla kuru, kıyamete rağmen soğuk. Üşüyorum. Yanan tek şey bozuk ritimler.
Kızıl saçların uzamış, omuzlarının biraz altında. Kahkülünü göremiyorum burdan. Arkan dönük, gidiyorsun. Ebediyet giriyor araya, bitiyoruz. Tükendik nihayetinde. Mahkûmiyetin kollarında tapınmaya mecbur kılındık. Ve son kez burnumda karanfilin silik kokusu.