"Yüzyıllardır insanlığın sancısı olan ölüm, gizemli doğasından dolayı özellikle filozoflar ve yazarlar olmak üzere herkesin dikkatini çekmiştir. Hakkında sayısız makaleler yazılmış, her dönemde kendisinden konuşturmuştur.
Örneğin, milattan önce 374'te yaşamış olan Epikuros mutsuzluğun nedenlerinden birinin ölümü yanlış anlamak olduğunu söylemiştir. Ona göre ölümden korkmak anlamsızdır. Size uğramadığı sürece yok, size uğradığında ise siz yoksunuzdur.
Fransız filozof Jean-Paul Sartre, doğumun ve ölümün özdeş olduğunu savunmuştur. Ölüm salttır. Dışarıdan gelir ve bizi dönüştürür, tıpkı doğum gibi.
Kierkegaard, bunlardan daha farklı olmak üzere, ölümün tam bir tanımının olamayacağını söyler. Ölüm yalnızca insanlar nasıl düşünüyorsa ve başkalarının ölümleri onları nasıl etkiliyorsa öyle tanınır. O, her zaman kişiye ait olandır.
Bunlar gibi ölüm hakkında birçok fikir ortaya atılmıştır. Tıp, din, felsefe ve psikoloji gibi alanların tartışma konusu hâline gelmiştir. Peki, bunca fikir onu tanımak için yeterli midir?
Herkes bir gün öleceğini bilerek yaşasa da, bu gerçekten kaçmaya eğilimliyiz. Hayatımızın aniden sona erecek olması bize tuhaf geliyor. Dünyanın Tanrıları olan insanlar kendilerine ölümsüzlüğü layık görüyor, bir gün güneşin onlar için son kez doğacak olmasına kendilerini inandıramıyorlar. Bu yüzden ortaya atılan bunca fikir bir anlam barındırmıyor. Ölüm insanlara gerçek yüzünü göstermediği sürece ne olduğunu anlamak çok zor."
Benim güzel Bottom of the Ocean'ım :')