tinyskoo

Acımın içine iyice girdiğimde, yani küçük asit bombaları kanımın ve kemiklerimin içinde sanki havai fişekler gibi patlarken, bir yığın hatıranın her biri, önce beni kısa bir süreliğine, bazen on on beş, bazen bir iki saniye oyalıyor; sonra da arkasında daha yoğun bir acı bırakarak şimdiki zamanın boşluğuna bırakıyor; bu boşluğu da, şaşırtıcı derecede güçlü yeni bir acı dalgası sırtımı, göğüsümü acıtarak, bacaklarımın gücünü keserek dolduruyordu. 
          	
          	Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi 

tinyskoo

Acımın içine iyice girdiğimde, yani küçük asit bombaları kanımın ve kemiklerimin içinde sanki havai fişekler gibi patlarken, bir yığın hatıranın her biri, önce beni kısa bir süreliğine, bazen on on beş, bazen bir iki saniye oyalıyor; sonra da arkasında daha yoğun bir acı bırakarak şimdiki zamanın boşluğuna bırakıyor; bu boşluğu da, şaşırtıcı derecede güçlü yeni bir acı dalgası sırtımı, göğüsümü acıtarak, bacaklarımın gücünü keserek dolduruyordu. 
          
          Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi 

tinyskoo

Kederli oğlun kırk sekizinde ve benim sesim, kırık ön dişim, kayıp giden çocukluğum, zeyrek tavırlarım birbirlerine dolanıp kördüğüm oldu. Onun dünyevi tüm hüzünlere katil olan gülüşüne sebebiyet veremiyorum artık. Artık, yıllardır... Yirmi altısından beri. Tuttuğu yasın sonu gelmiyor; her gün tekrar ölüyor ve üşüyorsun yatağında bir başına, gün her doğduğunda yeniden duyuyorum onun çığlıklarını, ellerine bakıp bakıp ağlıyor yalnızlıklarına, senin sesinden değil diye tanımıyor adını. Bilmiyor ki nerede, kiminle büyüdü, kimdi onu gözlerinde birikmiş sahte bir ışığın gölgelendiğinde inandıran, kim şu aynalarda gördüğü... 

tinyskoo

Aynı evin içerisindeyken kaybolup gidiyor, yitiyor duvarların arasında, hiçbir odada izini bulamıyoruz; yattığı yatağın çarşafı hiç bozulmuyor, kapıyı çektiğinde ahşap ses çıkarmıyor. Sensiz yaşatmıyor kendisini. Toprağına dokunmadan ne sabahı ediyor, ne geceyi. Nerede bir çocuk görse olduğu yerde ufalıyor, iki büklüm oluyor çorak çöller gibi kuru karnını tutup, içli içli ağlıyor, bazı geceler "oğlum" diye sayıklayarak uyanıyor kâbuslarından. Seni, yoksunluğuyla sınandığın aile şefkatinden muaf tutan öz baban, kırk sekizindeki koskoca Jeongguk'u dizlerine yatırıyor ve ona, gözleri bir parça kapanana dek kaybettiği biricik evladının çocukluk günlerini anlatıyor. Artık yeryüzünün tek günahkârı Jeongguk, ama onu hor görmeye kimsenin yüreği el vermiyor.
            
            sinner, tiéla
Reply