Ateşle oynadığının farkında değildi. Uyarıları dikkate dahi almadan, kendini geri çekmeye tenezzül bile etmeden, sanki oyuncak bir arabaya uzanıyormuşçasına uzattı ellerini yorgun yorgun parıldayan ateşe. Kendinin mi canı daha çok yanmıştı yoksa ateşin mi bilinmezdi. Ellerindeki yara izleriyle sessiz sedasız uzaklaştı oradan, ardında daha da harlanmış ve sağa sola dağılmış bir ateş bıraktığının farkında değildi.
Ellerini uzatıp tutma cesaretini gösterdiyse yanmayı umursamadan buna devam etmeliydi ancak o, bunca acıya dayanamadı. Tıpkı kimsenin başaramadığı gibi o da başaramadı. Belki de ileride ellerinin acısını dindirecek bir merhem bulacaktı. Bulamasa bile yaraları zamanla iyileşecekti.
Peki ya ardında bıraktığı ebedi ateş? Daha da alevlendirdiği, sönmeyecek olmasına rağmen hiç acımadan bir odun da kendisinin attığı o zavallı ateş? O uslanmaz ateş, diğerlerinin canını bu defa daha fazla yakıyordu. Kim ona yaklaşsa, anında ondan uzaklaşıyordu.
Ne suyu olabilmiş de biraz olsun yatıştırabilmişti onu, ne de yoluna bakıp gidebilmişti. Daha öncekilerin de yaptığı gibi yalnızca birkaç odun atarak ve ateşle oynayarak uzaklaşmıştı oradan.
Ebediyen sönmeyecek olan ateş şimdi yine bir başınaydı, diğerlerini ürkütmeye devam ediyordu. Hem de daha parlak bir şekilde...